ABD-İran Rekabeti Emekçi İsyanını Zehirliyor – Emre Güntekin

Iraklı emekçilerin Ekim ayında neoliberal politikaların hayatlarında yarattığı problemlere, savaştan kalan yıkıma, bitmek bilmeyen emperyalist rekabete karşı  başlayan isyanı geride 450’yi aşkın ölü, binlerce yaralı bıraktı. Başladığı günden bu yana eylemler ülke içerisinde süren ABD-İran rekabetinin etkisiyle fazlasıyla zehirlenmiş durumda. İran’daki Molla rejimi ABD, İsrail ve Suudi Arabistan gibi güçlerin kışkırttığını ve desteklediğini iddia ettiği eylemlerin bastırılmasında bugüne kadar İranlı emekçilere karşı kullandığı kirli taktikleri sahaya sürerken; ABD ve müttefikleri ise kendilerinin yarattığı yıkıma karşı ayağa kalkan Iraklı emekçilerin ve gençliğin mücadelesini İran’a karşı her fırsatta manipüle etmeye çabaladı.

Geçtiğimiz aylarda Necef ve Kerbela gibi Şiiler için dini açıdan önem taşıyan kentlerde İran konsolosluklarına ve İran destekli silahlı unsurların merkezlerine kitleler saldırırken ABD açısından işler yolunda görünüyordu. Ama Irak mevcut haliyle kimsenin “galiba kazandık” diyemeyeceği kadar belirsizliklere gebe bir yer. Özellikle karşınızda İran gibi Irak’ta toplumsal, siyasal ve askeri açıdan oldukça güçlü bir figür varsa yarattığınız cendere sizi de içine çeker. Nitekim bugüne kadar ABD’nin ülkede 2003 işgalinden başlayarak attığı neredeyse her adım Molla rejiminin işine yaradı, ülkedeki nüfuzunu güçlendirdi. İşgal sonrası hedeflerini gerçekleştirmede toplumsal ve siyasal bir dayanak bulamayan emperyalist işgalcilerin Irak’ı sopayla şekillendiremeyeceği bu 17 yılın en gerçekçi sonucu.

2019’un son günlerinde yaşanan çatışmalar da bunun özeti.

Geçtiğimiz Cuma günü Kerkük’te bulunan ABD üssüne 30 Katyuşa füzesi ile bir saldırı düzenlenmiş ve ABD vatandaşı bir müteahhit yaşamını yitirmişti. ABD saldırıdan Keta’ib Hizbullah’ı (Hizbullah Tugayları) sorumlu tutarken, 29 Aralık’ta Keta’ib Hizbullah’a ait ikisi Suriye’de biri Irak’ta bulunan merkezi vurdu. ABD’nin hava saldırılarında aralarında Keta’ib Hizbullah’ın yerel komutanlarının da bulunduğu 25 kişi yaşamını yitirirken, 55 kişinin de yaralandığı belirtiliyor. 31 Aralık’ta ise Keta’ib Hizbullah’ın da aralarında yer aldığı Şii milis güçlerinin çatı örgütü olan Haşdi Şabi’nin çağrısıyla, ABD saldırısını protesto etmek üzere binlerce kişi Bağdat’taki ABD Büyükelçiliği’ne saldırdı. Büyükelçiliğin dış duvarı göstericiler tarafından yıkılırken, kitleler lobi bölümüne kadar ulaşmayı başardılar. Irak güvenlik güçleri göstericilere göz yaşartıcı gaz ve plastik mermiyle müdahale etti. Saldırı, Şii milis güçlerinin kitleleri mobilize edebilme ve böylesine önemli bir saldırıyı tertipleyebilme gücünü ortaya koyması açısından da bir test oldu. Haşdi Şabi’ye bağlı Bedir Tugayları Komutanı Hadi el-Amiri ve Asayib Ehlilhak Örgütü lideri Kays el-Hazali’nin de elçilik önündeki protestolara katıldığı görüldü. Bu durum ülke içerisindeki İran bağlantılı milislerin ABD’ye karşı hem bir uyarısı hem de bir gövde gösterisi olarak yorumlanabilir.

Aynı zamanda İran her ne kadar Kuta’ib Hizbullah’ın saldırılarındaki rolünü şimdilik reddetse de, geçtiğimiz aylarda ülkenin güneyinde gerçekleşen İran karşıtı gösterilerin ardından vekilleri aracılığıyla kendi kapasitesini göstermiş oldu, hem de Bağdat’ın merkezinde savaş yıllarından bu yana oldukça sıkı korunan Yeşil Bölge’de böyle bir aksiyona girişerek. Üstelik İran Devrimi’nin ardından Tahran’daki ABD büyükelçiliği baskını ve rehine krizini, 2012’de Libya’da ABD Büyükelçisi dahil 4 kişinin öldüğü Bingazi baskınını hatırlatırcasına…

Donald J. Trump@realDonaldTrump

Yeni yılın ilk gününde kuşatma sürerken; öğleden sonra Haşdi Şabi, taraftarlarına büyükelçilik etrafından çekilmeleri konusunda çağrı yaptı. Bu kararın ardında ise Başbakan Adil Abdülmehdi’nin ABD askerinin ülkeden çıkarılması konusunda verdiği garantiler yatıyor. Fakat, Ekim’den bu yana devam eden isyan dalgası sürecinde siyaseten etkisinin ne kadar zayıf olduğu ortaya çıkan Abdülmehdi’nin böylesine önemli bir meseleyi çözüme kavuşturabilmesi mümkün görünmüyor.

Zira hem ABD hem de İran için Ortadoğu’daki stratejilerinde elde olanı korumak ve mümkünse genişletmek sonu olmayan bir durum. ABD Obama döneminden beri Irak ve Suriye gibi ülkelerden askerlerini çekmeyi konuşsa da, süregiden emperyalist rekabette bunu yapmak meydanı düşmanına terk etmek demek. Bağdat vakasının ardından daha şimdiden ülkedeki diplomatik misyonu koruma adı altında başlangıç olarak 750 askerlik bir takviye yapılması planlanıyor. Bunun arkası gelecektir. İran da hakeza fiilen ülkedeki ABD karşıtı güçlerin bizzat eğiticisi, finansörü olarak sahada ve yıllardır kazandığı alanları kolayca terk etmeyeceğini kitle hareketine karşı yürüttüğü pervasız şiddette gösterdi. Irak’ta burjuva siyaset mekanizmalarının iflası derinleştikçe, tabandan yükselen emekçi isyanı gidecek bir yön bulamadıkça ülke kaçınılmaz bir şekilde ABD-İran çatışmasına daha fazla batıyor.

U.S. Central Command@CENTCOM

U.S. Marines assigned to Special Purpose Marine Air-Ground Task Force-Crisis Response-Central Command deploy to Iraq to bolster security at the US Embassy and ensure the safety of American citizens, Dec. 31.

Resmi Twitter'da görüntüle
Resmi Twitter'da görüntüle

Trump büyükelçiliğe yönelik saldırılar sonrasında hem nalına hem mıhına vururken; bir yandan savaş baltasını gösterdi; diğer taraftan “Bunu ister miyim? Hayır. Ben barış olsun isterim. Ben barışı seviyorum. İran da barışı herkesten daha fazla istemeli. Dolayısıyla böyle bir şey olacağını sanmıyorum.” sözleriyle gerilimi şimdilik belirli bir seviyede tutacaklarının işaretini verdi. Ancak ABD’de yaklaşan başkanlık seçimleri sonrasında oluşacak tablo İran’a karşı savaş meselesinde belirleyici olacaktır. Büyükelçiliğin kaptırılmaması ve şimdilik Bingazi fiyaskosuna imza atan Obama ve Clinton’ın pozisyonuna düşmemiş olmak Trump’ı mutlu etmiş görünüyor.

İran cephesi de resmi ağızlardan Irak’ta yaşananlarla ilgili sorumluluğu reddederek, ABD’yi suçladı. İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Abbas Musavi, bir açıklama yayımlayarak “Amerika’nın, Irak halkının Washington’ın 25 Iraklıyı vahşice öldürmesine karşı düzenlediği protestolardan İran’ı sorumlu tutacak inanılmaz bir küstahlığı var” dedi. Musavi ayrıca, “Amerikalı yetkililerin ülkemize yönelik suçlamalarını reddediyoruz. ABD’yi yanlış değerlendirmelere ya da yanlış yönlendirilmiş bir tepkiye karşı uyarıyoruz. Beyaz Saray’ı bölgedeki yıkıcı politikalarını yeniden gözden geçirmeye davet ediyoruz” dedi. Aynı şekilde içerde yoğun bir toplumsal öfkeyle burun buruna yaşayan ve bunu kanlı müdahalelerle bastıran Molla rejimi için Irak bir nefes alma yeri. Batılı emperyalistle hem İran üzerinden hem de Suriye ve Irak gibi alanlarda yaşadığı gerilimler Mollalara toplumsal muhalefeti düşmanlaştırma ve kriminalize ederek meşruiyetini kırma şansı yaratıyor.

Bu olay ülkede Ekim ayında başlayan emekçi eylemleri açısından da kritik bir önem taşıyor. Zira başta da belirttiğimiz gibi emekçi sınıfların isyanları ne kadar haklı sebeplere dayanırsa dayansın, Irak ve Lübnan gibi kimlikler arası gerilimin, emperyalist rekabetin yoğun olduğu ülkelerde kolaylıkla manipüle edilebilmektedir. Iraklı emekçilerin elbette Irak’ı 2003’den bugüne kan gölüne çeviren ABD’ye de, ülkede bugüne kadar siyasi ve askeri uzantıları aracılığıyla bu cehennemin yaratılmasında büyük paya sahip olan çürümüş Molla rejimine de öfkesi büyük. Ancak kendiliğinden kitle hareketinin başlangıçtaki radikalizmi ve kitleselliği geri plana çekildikçe meydan örgütlü olana, yani emperyalist güçlere ve Truva atlarına kalıyor.

kata'ib hezbollah ile ilgili görsel sonucu

Kuta’ib Hizbullah’ın Geçmişi

2007 yılında kurulan Kuta’ib Hizbullah, 2014 yılında Irak ve Suriye’de IŞİD’e karşı savaşmak için kurulan Haşdi Şabi güçleri içerisindeki en güçlü unsurlardan biri olarak öne çıkıyor. Neredeyse diğer bütün Şii silahlı güçlerinin olduğu gibi örgütün de en önemli destekçisi İran ve özellikle ABD’nin kara listesinde yer alan Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Gücü’nün Komutanı Kasım Süleymani. Örgütün aynı zamanda Lübnan’daki Hizbullah ile de büyük benzerleri var. Her iki örgüt de birbirine çok benzer bayraklar kullanıyor. Kuta’in Hizbullah ve diğer Şii milis güçleri İran ile Lübnan Hizbullah’ı arasındaki lojistik bağlantısının kurulması açısından kritik önem taşıyor, bir nevi bu güzergahın koruyuculuğunu da üstleniyorlar. Örgütün lideri ise Kasım Süleymani’ye oldukça yakın bir figür olan Mehdi Mühendis.