10 Yıl Sonra Arap Baharı Perspektifleri – V. U. Arslan

Arap Baharı’nın Tunus’ta başlamasının üzerinden tam 10 yıl geçti. Deneyim zenginliği açısından muazzam bir 10 yıl. Bu süreçte kitlelerin umut ve özlemleri kan ve gözyaşına boğulsa da isyan süreçleri sonlanmış değil.

Aralarında Türkiye’nin de olduğu Ortadoğu’nun farklı farklı ülkelerinde hayat yeni mücadeleleri örgütlemeye, yeni enerjileri biriktirmeye, yeni isyancıları hazırlamaya devam ediyor. Mesele bu on yıllık deneyimin ışığında gerekli dersleri çıkarmakta. Yeni kavgalara ancak bu şekilde hazır olabiliriz. Ama bakıyoruz, Türkiye’de sol-sosyalist hareket gereken dersleri çıkarmaktan çok uzakta. Perspektifleri şöyle özetleyebiliriz:

1) Ulusalcı-komplocu koroya bakarsak Arap Baharı en başından beri ABD emperyalizminin oyunundan başka bir şey değildi. Bütün ülkelerin deneyimini bu basitlikle anlama-anlatma çabası, hımbıl beyinler ve komplo meraklıları için cazip olsa da sınıf mücadelesi için oldukça zararlıydı. Kitlelere üstten bakan, onlardan korkan, konforlu ve güvenli yaşamını kıskançça korumaya kararlı bu küçük burjuvalar, kitlelerin geriliğini bahane ederek sol cenahta ziyadesiyle kafa karıştırdılar. Devletler arası siyasete odaklanan ve her defasında kendi devletlerine bağlanan bu ulusalcıların dolaylı yoldan kitlelere önerdikleri pasifizm (oturun oturduğunuz yerde) ve ulusal izolasyondan (milliyetçilik) fazlası değil.

2) Daha küçük olan Faydalı Salaklar grubu ise adeta ulusalcı grubun sol liberal izdüşümüydü. Arap Baharı süreci benzer şekilde aynı torbaya sokularak üstün körü bir devrim güzellemesi yapıldı. Libya ve Suriye’de emperyalizmin rejim değişikliği çabaları, ölümcül müdahaleleri, etnik ve mezhepsel boğazlaşmalar, cihatçı fanatizm, savaş ağaları vb yok sayılarak devrim türküsü tutturuldu. MİT’in, CIA’nın ya da Körfez şeyhliklerinin güdümündeki cihatçı çetelerin liderliğini yaptığı “devrim” çığırtkanlığı, emperyalistlerin ve İslamcıların yararlandığı bir faydalı salaklık türü olarak tarihteki yerini aldı.

3) Kürt Ulusal Hareketi ve yörüngesindeki gruplar ise Arap Baharı’nı kendi prizmalarından okudular. Rojava Kürtlerinin kendi kaderlerini tayin hakkı haklı ve ilerici bir mücadele olsa da ABD güdümündeki YPG’nin ulusal projesinin Ortadoğu emekçilerine hitap edemeyeceği, onlara yeni dünyalar vaat edemeyeceği ortadadır. Kürt Ulusal Hareketi’nden antikapitalizm, antiemperyalizm ve enternasyonalizm beklemenin bir anlamı olamaz. Ulusal pragmatizmin hareketin milli karakteri gereği yüksek olması gayet normal bir durumdur. Karayılan’ın Jaruselam Post gazatesine verdiği mülakatta işaret ettiği İsrail ile işbirliği çabaları fazla söze gerek bırakmamaktadır.

4) Sürekli Devrim Perspektifi’ni savunanlarsa Tunus ve Mısır’da başlayan ayaklanmaları coşkuyla karşıladılar, diğer taraftan Libya ve Suriye’yi ayırarak bu ülkelerde antiemperyalist bir tavır aldılar. “Sürekli devrimciler”e göre az gelişmiş ülkelerde geçilmesi zorunlu bir aşama olarak emekçilerin önüne konan “demokratik devrim” projesinin içinin bomboş olduğu çok uzun yıllar önce ortaya çıkmıştı. Yani kapitalist üretim ilişkilerini ortadan kaldırmadan demokrasi gelemezdi. Bir başka deyişler az gelişmiş ülkelerde burjuva demokrasilerinin değil sadece işçi demokrasilerinin oluşmasının toplumsal koşulları mevcuttu. Bir devrim olacaksa, halkın temel toplumsal problemleri gerçek çözümlerine kavuşacaksa, bu, ancak sosyalist devrimle mümkündü. Örneğin Mısır’da Mahalla Al Kubra’da, İskenderiye’de, Kahire’de eylemlerde ve grev barikatlarında olan işçiler siyasal iktidarı ele geçirmedikleri sürece Mısır’ın bir kurtuluşu olamazdı. Bu yüzden işçilerin örgütlülüğü arttırılmalı, sosyalist perspektif güçlendirilmeli, Leninist inşa sürecine hız verilmeliydi. Gelişecek sosyalizm fırtınası bütün Ortadoğu’ya yayılacak, emperyalizmi yenecek ve her türden gericiyi önüne katıp süpürecekti. İlerici gelişmenin tek olanaklı yolu buydu.

Yolumuz Var Sürekli Yürünecek

Arap Baharı deneyimi birçok açıdan iç karartıcı. Ödenen ağır bedellere rağmen despotizmin geri gelişi, çıkan iç savaşlar, etnik-mezhepsel nefret, cihatçı çeteler… Bütün bunlar korkuları güçlendiriyor, ama bir yandan da halkın sefaleti, gençliğin geleceksizliği, sistemin çürümesi dayanılabilir gibi değil. Emperyalist kapitalist sistemin 2008’den beri içinden çıkamadığı ve pandemi ile iyice derinleşen krizi tabloyu daha da ağırlaştıracak. Bu çelişkiler var oldukça isyan enerjisi hiç bitmeyecek.

Bugün belki Mısır durgun, ama yarın ne olacağını kimse bilemez. Bu yazı kaleme alınırken Beyrut’ta öğrenci gençliğin eylemleri sürüyordu. Lübnan, İran ve Irak emekçileri her an isyanı körükleyebilir. Fas, Cezayir, Ürdün, Sudan ve diğerlerinde egemenler fena korkuyor. Türkiye’de de bir toplumsal patlamanın objektif şartları olgunlaşıyor. Evet Arap Baharı sonu getirilemeyen başarılar sonrası arkasında ödenen bedeller ve acı hatıralar bıraktı. Ama unutmayalım, emekçi halkın en büyük korkusu örgütsüzlüğün getirdiği sahipsizlik korkusudur. Bu yüzden devrimci sosyalistler Türkiye’de ve ulaştıkları her ülkede örgütlenmeye çalışıyor. Tarihin akışını değiştirmek için. SEP ve ISL bunun için var.