Bundan 30 yıl önce Çinli öğrenci gençlik ve emekçi sınıflar ÇKP bürokrasisine karşı isyan ederken, 4 Haziran 1989’da Tiananmen’de büyük bir katliamla karşılandılar: Bugüne kadar ölenlerin sayısı binlerle ifade edilirken büyük bir vahşet sonucunda gençliğin ve emekçi sınıfların isyanı bastırıldı.
ÇKP rejimi için 1989 baharında işler sarpa sarmış görünüyordu: Grevler ve eylemlerle hayat durmuş, ordu içinde de rejimin kontrolü sallanmaya başlamıştı. Sadece Pekin’de değil, hemen hemen her şehirde kitleler rejime karşı sokaklardaydı. Tinanmen öncesi yaşananlar baskıcı ÇKP rejimine karşı işçi sınıfı öncülüğünde gelişmesi muhtemel bir politik devrimi haber veriyordu. Çin’de yaşananlar tarihsel olarak 1956’da Macaristan’da Stalinist bürokrasiye karşı gerçekleşen devrimci ayaklanmayı andırıyordu.
Tiananmen’e Giden Yol
Mao 1976’da öldükten sonra yaşanan parti içi çatışma 1978’de Deng Xiao Ping’in ipleri eline almasıyla çözümlenmişti. Deng’le birlikte Çin tarihsel bir yol ayrımına girdi: Ekonomide Mao ve Nixon arasında 1970’lerin başından gelişen “Pinpon Diplomasisi”yle başlayan serbest piyasaya açılım sürecine hız verilirken, yabancı sermayeye kapılar sonuna kadar açıldı. ÇKP bürokrasisi Mao’nun Üç Dünya Teorisi’yle birlikte 1970’lerden itibaren SSCB’ye karşı ABD’yle önemli ilişkiler geliştirirken, yabancı sermayeyi çekme konusunda önemli bir politik engelden de kurtulmuştu.
Deng öncülüğündeki parti liderliği tarafından kapitalistlerin hizmetine dünyanın en ucuz işgücü kaynaklarından birisi seferber edilirken, politik olarak ÇKP rejimi ülke içinde emekçi sınıfların en ufak bir muhalefetine karşı da sert bir baskı uyguluyordu. Deng’li yıllar Çin’in dünyanın imalathanesine ve ucuz işgücü sömürüsüne dayanan ihracat şampiyonluğunun temellerinin atıldığı yıllar oldu.
Bu reform programı 80’li yılların ortalarına kadar tarım ve sanayide üretimin genişlemesine yol açsa da, kriz kapıda görünüyordu. Serbest piyasa kapitalizminin gereklilikleri ile bürokrasinin ekonomik öncelikleri çelişkiler barındırıyordu. Tarımsal üretim gerilerken, kırda yeni nesil “kulak”lar türemeye başlıyor ve sınıf farklılıkları giderek açılıyordu. Kırsal alanda biriken artık nüfus devasa iş gücü ihtiyacının belirdiği Şangay, Guangzou gibi yabancı sermaye yatırımlarının büyük bölümünü çeken kentlere göçerken, buralarda milyonlarca insan yoksulluk ve sefaletle karşılandı. Bu dönemde köyden kente göçün çapının 100 milyon insanı aştığı biliniyor. Çalışma koşulları İngiltere’de 19. yüzyılda hüküm süren ilkel birikim dönemini aratmıyordu. Özellikle 1984-1988 yılları arasındaki dönemde krizin etkisiyle maaş artış oranları düşürülürken, işyerlerinde parti tarafından verimliliği artırmak için askeri disiplin kullanılmaya başlandı. Öte yandan enflasyon 1989 yılına gelindiğinde 1949 yılından bile yüksek seviyelere ulaşmıştı. 1978-1984 arası ortalama % 2,6 olan yıllık enflasyon oranı 1989’un ilk yarısında % 25,5’e yükselmişti.
Ayrıca partinin tepesinde ve kapitalist sınıflar arasında süren yolsuzluklar ayyuka çıkmıştı. Piyasa reformlarıyla birlikte tıpkı Rusya’da 1921’de uygulanmaya başlanan NEP döneminin Nepmenleri gibi yeni nesil zenginler bilhassa parti bürokratları arasından hızla türüyordu. Devletin elindeki birçok küçük ve orta büyüklükteki işletme, başındaki bürokratlara satılırken veya kiralanırken; bürokratların birer kapitaliste dönüşüm süreci başladı. Elbette işçi sınıfının üretim sürecinde en ufak bir kontrolü veya söz hakkı söz konusu bile değildi. 1949 Devrimi’nin bir kazanımı olan iş güvencesi ise 1986 yılında tamamen ortadan kaldırıldı. İşçilerin kaderleri artık tamamen müdürlerinin iki dudağı arasında olacaktı. Sözleşmeli çalışmanın başlamasıyla birlikte çok hızlı bir şekilde işten atmalar gerçekleşti. İlk etapta Qingdao’da 10,000, Zhouzou’da 40,000 işçi işten atılacaktı ve bu daha başlangıçtı. Bir yıl içerisinde işten atılanların sayısı 300,000 kişiye ulaştı. İşsiz sayısı resmi rakamlara göre 15 milyonu aşmıştı. Bürokratlar ve işçiler arası gerilim öyle boyutlara ulaşmıştı ki Liaoning bölgesinde Ocak-Haziran 1988 arasında 276 fabrika müdürünün işçiler tarafından dövüldüğü rapor edildi.
Kısacası Maoist ÇKP yönetiminin toplumun ezilen ve sömürülen sınıfları açısından en ufak bir çekiciliği kalmamıştı.
Ayrıca parti içi çatışmalar da hareket üzerinde etkili oluyordu. Yaklaşık on yıl önce Demokrasi Duvarı ile başlayan ve 1986’da yeniden canlanan Demokrasi Hareketi’nin parti üst yönetimindeki doğal lideri olarak görülen; ayrıca ekonomik liberalizme siyasi çoğulculuğunda eşlik etmesini, partinin devlet ve ekonomi üzerindeki kontrolünün gevşetilmesini savunan Parti Genel Sekreteri Hu Yaobang Ocak 1987’de görevden uzaklaştırılırken, bu durum özellikle öğrenci gençlik ve partinin orta düzey kadroları arasında hoşnutsuzluğu artırmıştı. Hu Yaobang’ın Nisan 1989’da ölümü ve cenazesi Tiananmen eylemlerini ateşleyecekti. Özellikle başkent Pekin’de öğrenci gençliğin temel talebi partiden uzaklaştırılan Yaobang’ın itibarının iade edilmesiydi. Cenaze sırasında başlayan eylemler gelecek ayların daha sıcak geçeceğini gösteriyordu.
İsyan Nasıl Gelişti?
Yaobang’ın cenazesinde başlayan eylemler 4 Mayıs’ta onbinlerce öğrencinin Tiananmen’e yürümesiyle kitleselleşerek sürdü. Öğrencilerin eylemleri ÇKP rejiminden hoşnutsuzluk duyan kesimler tarafından coşkuyla karşılandı ve büyük bir kamuoyu desteği gelişti. Parti Genel Sekreteri Zhao Ziyang öğrencilerin taleplerinin parti tarafından desteklendiğini ve aralarında fark bulunmadığını açıklasada cin şişeden çıkmıştı.
4 Mayıs’ta başlayan eylemler, 15 Mayıs’ta Gorbaçov’un iki ülke arasındaki 30 yıllık soğuk savaşı bitiren ziyaretiyle daha da büyüdü. ÇKP yönetimi ziyaret tarihini değiştirmeyi çalışsa da bu eylemler açısından bir şeyi değiştirmeyecekti: 3000 öğrenci toplumun farklı kesimlerinin de desteğini arkasına alarak Tiananmen’de açlık grevine başladı; beraberinde onbinlerce öğrenci meydana kamp kurdu.
Parti içinde de özellikle tabanda ve orta düzey kadrolarda meselenin diyalogla çözümlenmesi yolunda bir yaklaşım hakim görünüyordu, hatta Zhao 18 Mayıs’ta gerçekleşen Polütbüro toplantısında öğrencilerin taleplerinin karşılanması yönünde tavır koymuş, fakat bu kabul edilmemişti. Ardından Deng Xiaping başta olmak üzere parti liderliğinin katı tavrına rağmen meydandaki öğrencilerle görüşmeye gitmişti.
Bu aşamada öğrenci gençliğin talepleri de demokratik taleplerle sınırlıydı: Kişisel hak ve özgürlüklerin genişletilmesi, düşünce özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılması ve siyasi olarak çoğulcu bir yapının inşa edilmesi temel taleplerdi.
20 Mayıs’ta kitlelerin gözünde partide yolsuzlukların ve nepotizmin bir simgesi olan Başbakan Li Peng sıkıyönetim ilan etti. Bu kararın ardından başkent Pekin’deki eylemcilerin sayısı yaklaşık 1 milyona ulaştı. Üstelik bu kez eylemler söylemsel olarak da radikalleşecekti.
İşçi Sınıfı Müdahil Oluyor!
Ekonomik reformlarla yaşam standartları giderek düşen, ucuz işgücü konumuna itilen ve ÇKP liderliğinin yolsuzluklarına tepki duyan emekçi sınıflar da bu aşamada harekete dahil olacaktı. İşçi sınıfı içerisinde zaten halihazırda bir tepkisellik mevcuttu ve 20 Nisan’da bir manifesto yayınlayarak ÇKP yönetimine şu soruları soracaklardı:
“1) Deng’in oğlu Hong Kong’da at yarışına bahislerine ne kadar yatırdı ve bahis oynayacak parayı nereden buldu? 2) Bay ve Bayan Zheo Ziyang her hafta golf oynuyor. Bu ve diğer harcamaları kim karşılıyor? … 4) Merkez Komite fiyat kontrolünü sağlamak için bir reform önerdi; buna rağmen enflasyon sürüyor ve insanların yaşam standartları düşüyor. Bunu açıklayabilirler mi?”
Nisan sonlarından Haziran başına kadar işçi sınıfı sıklıkla Tiananmen’de mücadeleyi sürdüren öğrenci hareketiyle dayanışmayı yükseltiyordu. Özellikle ordu alana ilk müdahale etmeye kalkıştığı zaman, işçi sınıfı barikatları yükseltmiş ve askerlerin karşısına dikilmişti. Başkentte bulunan devlete ait çelik ve petrol işçileri bulabildikleri kamyon, otobüs, her türlü araçla kenti adeta bloke etmişlerdi ve bunu yaparken de ellerinden kızıl bayrakları düşürmüyorlardı. Rejim kontrolündeki sendikalarda eylemlerin yanındaydı. Sendikalar Ulusal Konseyi protestoculara 100,000 yuan bağış yapacaktı. Çin’in birçok kentinde de grevlerle hayat durdurulacaktı. Hatta işçi sınıfı içerisinden partiden bağımsız olarak ilk kez bağımsız bir işçi örgütü doğacaktı.
İşçi sınıfı korkusu sadece ÇKP bürokrasisini değil, Batı’yı da sarmıştı. 18 Mayıs’ta New York Times’ta şu ifadeler kullanılacaktı: “… Bugünkü gösteriler bir hükümetin en kötü kabusunun somut örneğidir: Öğrenci eylemi olarak başlayan harekete örgütlü işçi sınıfının katılımı.”
Bu korkuları yersiz değildi. 25 Mayıs’ta Pekin’de işçi eylemleri içerisinden, işçilerin kendi kararlarını aldıkları konsey açığa çıkarken; Pekin’i sonraki günlerde Şangay, Wuhan, Guangzou gibi kentler izledi.
İşçi hareketi öğrenci hareketinden ideolojik olarak da oldukça ilerideydi. Öğrenci gençliğin ve aydınların söylemleri kişisel hak ve özgürlükler ekseniyle sınırlı kalırken, Çinli emekçi sınıfların hoşnutsuzlukları daha derin köklere sahipti. Piyasa reformları onları doğrudan etkilemiş ve büyük bir sefaletin ve sömürünün içine itmişti. Bu nedenle örneğin gençler arasında Zhao Ziyang sempatik bir figür olarak görülürken, işçi sınıfı onun da istifasını isteyecekti.
Ordu içinde de işçi sınıfına müdahale etme konusunda bir isteksizlik mevcuttu ve bu durum ÇKP rejiminin geri adım atmasına neden oluyordu. Köy kökenli ve meydandaki öğrencilerle aynı kuşakta yer alan askerler işçi sınıfının ve eyleme destek olan Pekin halkının devrimci ajitasyonundan etkileniyor ve verilen emirlere itaat etmekten vazgeçiyorlardı. Yaklaşık iki hafta boyunca herhangi bir bastırma girişiminde bulunulmayacaktı. 31 Mayıs’ta eylemlerin bir sonucu olarak açığa çıkan Otonom İşçiler Birliği liderleri tutuklandı. 2 Haziran’a kadar ordu birlikleri alana müdahale etmeyi denese de grevler ve kitlesel eylemlerle geri püskürtüldüler.
Rejim olası bir çözülmenin önüne geçmek ve Tiananmen’e özgüvenli bir şekilde müdahale edebilmek için politik olarak devrimci fikirlerden etkilenmemiş olan İç Moğolistan bölgesinden 27. Ordu’ya ait birlikleri başkente taşımak zorunda kaldı. Bu 1956 Macar Devrimi’ni ezmek için Orta Asya’dan Budapeşte’ye asker taşıyan Moskova’daki Stalinist liderliğin de kullandığı bir taktikti. 3 ve 4 Haziran’da ordu meydana sert bir şekilde müdahale etti ve aralarında işçilerin, öğrencilerin bulunduğu sayısız insan katledildi. Çin’de fiilen bir iç savaş durumu ortaya çıkmıştı. İşçi sınıfı ve öğrencilerden yana saf tutan bazı birlikler katliamı gerçekleştiren askerlere müdahale edeceklerdi. Örneğin Pekin’de yerleşik bulunan 38. Garnizon Pekin Üniversitesi gençliğiyle ve halkla büyük etkileşim içerisindeydi ve içlerinden birçok asker kanlı katliamın kurbanları arasında yer aldı. Katliam işçi hareketini durdurmaya yetmedi. Ülkenin birçok bölgesinde grevler ve barikatlar yükseldi. Parti liderliği de sessizliğe bürünmüştü: Deng ve Li’den günlerce haber alınamazken, partinin günlük resmi gazetesi Halkın Günlüğü on yıllar sonra ilk kez basılamamıştı.
Stalinizmin iktidarda olduğu ülkelerde bu tarz devrimci eylemlerin emperyalistlerin birer oyunu, muhalefetin de oyuncağı olarak görülmesi sıkça rastlanan bir durumdur. Fakat Çin’de yaşanan katliam hemen bütün emperyalist güçler tarafından olumlu karşılanacak, katliamın ertesi günü Financial Times ve Wall Street Journal gibi medya organlarında Deng Xiao Ping’in piyasa reformları demir perde ülkeleri için örnek olarak gösterilecekti. Bir yanda Çin’e milyarlarca dolarlık yatırım akıtan Batılı emperyalistler ÇKP rejiminin böylesi devrimci bir kalkışmayla alaşağı edilmesinden korku duyarken, Çinli emekçi sınıflar zaten çöküşün eşiğinde olan SSCB için de bir rol model ortaya koyabilirlerdi. Dahası kitleler artık ne Batı tipi bir kapitalizm ne de ÇKP’yle özdeşleşen Stalinist bir tek parti diktatörlüğü altında yaşamak istiyorlardı.
Evet, öğrenci gençliğin başlangıçtaki talepleri demokratik söylemlerle sınırlıydı ve ideolojik olarak heterojen bir birliktelik söz konusuydu. Fakat işçi sınıfının harekete müdahalesiyle modern işçi sınıfı tarihine önemli bir sayfa eklendi. Tiananmen’e demokratik taleplerin de ötesinde artık Enternasyonal marşı egemen olmuştu ki bugün katliamın yıl dönümünde bile Enternasyonal gür bir şekilde söyleniyor.
Aradan geçen 30 yılda Çin temelleri 1970’lerin başında Mao tarafından atılan piyasalaşma konusunda oldukça başarı kazandı. Elbette bu Çinli emekçi sınıfların mücadelesinin tarihsel olarak ezilmesiyle mümkün oldu. 30 yıl önce mücadeleyi büyüten işçi sınıfına önderlik edebilecek bir devrimci Marksist özne yoktu; bugün de dünyanın en büyük işçi sınıfı ordusu böyle bir özne yoksunluğunu hala yaşıyor. Çürümüş ÇKP büokrasisi ve Çinli egemenler ancak bu sayede milyarlarca Çinli emekçinin sırtında bir kambur olarak varlıklarını sürdürebiliyorlar. Gün gelecek emekçiler Devrimci Marksizm önderliğinde hem Tiananmen’in hem de aradan geçen 30 yılda maruz kaldıkları vahşi sömürü ve baskının hesabını bu asalak takımından soracaktır.