Dağlık-Karabağ’da Ateşkes: Kazanan Şoven Milliyetçilik, Kaybeden Emekçi Halklar! – Emre Güntekin

Ermenistan ile Azerbaycan arasında yaklaşık altı haftadır süren savaş gece saatlerinde Rusya’nın da katılımıyla imzalandığı duyurulan anlaşmayla birlikte sona erdi. Gece 00.00’dan itibaren ateşkes başlamış oldu.

Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan facebook hesabı üzerinden duyurduğu anlaşma için “Bu bir zafer değil, ancak ortada bir yenilgi yok.” yorumunda bulundu. Aliyev ise yaptığı ulusa sesleniş konuşmasında anlaşmanın Ermenistan istediği için değil, demir yumrukları sayesinde imzalandığını söyledi. Bu yenilgi Ermenistan için son birkaç günde iyice belirginleşmişti. Özellikle İlham Aliyev’in “Dağlık Karabağ’ın Kudüs’ü” olarak nitelediği Şuşa kentinin alınmasıyla beraber. 

1994 yılındaki ateşkesten bu yana bölgedeki gerilim ufak çatışmalarla sürse de bugüne dek bir savaş sürecini tetiklememişti. Her iki ülkenin milliyetçi rejimleri bu gerilimi iç siyaset malzemesi olarak kullanmayı sürdürüyorlardı. 

Bugün gerilimin bir savaş derecesine kadar ilerlemesini dönemin ruhuyla açıklamak mümkün. Türkiye, bugüne kadar olmadığı şekilde savaşın başından bu yana Azerbaycan’a aktif bir destek sundu. Hatta Suriye’de savaşan cihatçı unsurların bu savaşa taşındığı yüksek sesle dile getirildi. Öte yandan Libya’da Erdoğan’ın desteklediği Sarrac hükümetine önemli bir destek sağlayan SİHA’ların Dağlık-Karabağ Savaşı’nda da sahne aldığını gördük. Bu durum Türkiye’de krizle cebelleşen AKP-MHP bloku için bir başarı hikayesi olarak pazarlanacaktır. 

Özellikle Aliyev’in Dağlık-Karabağ’daki barış gücü içerisinde Rusya ile birlikte Türkiye’nin de yer alacağını belirtmesi ilk andan itibaren Anadolu Ajansı ve hükümete yakın medya tarafından hızla duyuruldu. Durum böyle olursa Türkiye, en başından beri iktidarın hedeflediği gibi Azerbaycan’ın “hamisi” rolünde masada yer açabilecek. Ancak medyaya yansıyan anlaşma metninde böyle bir role atıfta bulunulmaması iktidarın ve sözcülerinin erken sevindiğini gösterebilir. Putin, Suriye ve Libya’da gerçekleşenin aksine; eski nüfuz alanı olan Kafkasya’da Türkiye’nin varlığını kolay kolay kabul etmeyecektir.

Ermenistan ve Azerbaycan ile ilişkileri nedeniyle savaşın tarafsız bir tarafı haline gelen Putin ise asıl kazanan olarak görünüyor. Rusya son ana kadar bu “tarafsızlık” imajını terk etmedi. Düne kadar hem güçlü ekonomik bağlara sahip olduğu, eski Sovyet coğrafyasından kalan iktidarlar arasında kendisiyle en uyumlu rejimlerden biri olan Azerbaycan’ın Dağlık-Karabağ’daki ilerleyişine ses çıkarmadı; öte yandan savaşın, bugüne kadar bir nevi Rusya’nın vassal devleti olarak var olan Ermenistan topraklarına taşmasının önüne set çekti. Putin için ne şiş yandı ne kebap! Gelinen noktada bölgede Rusya askeri olarak varlığını artıracak ve bu da Rusya için oluşabilecek en makul sonuç. 

Bir savaşın kaybedilmesi elbette beraberinde burjuva iktidarlar için bedeli de beraberinde getirir. Sınıf mücadelesinin seyrine bağlı olarak bu bedel geçmişte devrimlerle kendisini egemen sınıfların karşısına çıkarırken, bugün Ermenistan’da olduğu gibi emekçi sınıfların sahnede olmadığı durumlarda alternatif burjuva odakları sahneye çıkarabilir. Anlaşmayı duyurmasıyla birlikte, 2018 yılında Kadife Devrim’le iktidara gelen Paşinyan için işlerin kolay olmayacağı kendisini gösterdi. Zira yenilginin alenileşmesiyle birlikte sosyal medyaya başkent Erivan’da kitlelerin hükümet binalarına saldırılarının görüntüleri düştü. Ermenistan Meclis Başkanı Ararat Mirzoyan da sokakta protestocu grupların saldırısına uğradı.

Ermenistan’da yeni dönemde Kadife Devrim’le bir kenara itilen eski devlet başkanları Serj Sarkisyan ve Robert Koçaryan milliyetçi figürlerin ağırlıklarının artabileceği belirtiliyor. Hatta bazı sosyal medya hesaplarında dün gece parlamentoyu ve hükümet binalarını basan, kamuflaj giymiş kalabalıkların bizzat bu isimler tarafından örgütlendiği aktarılıyor. 

Bu sonuç da Rusya’yı memnun edecektir. Zira artık elinde eskisinden daha da kendisine bağımlı kalacak bir Ermenistan mevcut. Paşinyan iktidara geldiği günden bu yana Ermenistan’ı bir yandan AB’ye daha da yakınlaştırmaya çalışırken, diğer taraftan kurulduğundan bugüne ülkede güçlü bir etkisi olan Rusya’yla bir denge kurmaya çalışıyordu. Bir söyleşisinde Rusya’nın ülkedeki askeri üsleriyle ilgili olarak “Türkiye ile ilişkilerimizi düşünürsek, Rus askeri üsleriyle bir sorunum yok. Üsler ülkemizin bu sınırını koruyor, bu yüzden onlara ihtiyacımız var” yorumunda bulunmuştu.

Eski Sovyet coğrafyasında, renkli devrim girişimlerinin Moskova tarafından hoş karşılanmadığını pek çok örnekte gördük. Her ne kadar Rusya Paşinyan’a karşı doğrudan bir cephe almasa da, ülke içerisinde SSCB’nin mirası olan Rus yanlısı oligarklara yönelik soruşturmalar, Ermenistan kamuoyunda ve medyasında Rusya’ya yönelik artan eleştiriler, Soros destekli vakıfların faaliyetleri rahatsızlığı artırıyordu. Netice de Ermenistan iç siyasetine yeniden balans ayarı vermek Putin için artık çok daha kolay olacak. Paşinyan’ın bütün beklentilerine rağmen Rusya’dan son ana kadar aktif bir desteğin gelmemiş olması bu sonucu tamamlıyor. 

Aynı şekilde seçim sürecindeki ABD ve AB’nin de Paşinyan’ın beklediği desteği vermediğini not etmek gerekir. Batılı güçlerin devreye girmeden savaşı bitirmek, Putin’in zaferini perçinleyen bir başka detay.

Azerbaycan cephesinde ise Aliyev rejimi için bu 30 yıllık bir kan davasının çözümlenmesi demek. Yolsuzluklar, yoksulluk gibi meseleler Azerbaycan için dönem dönem saman alevi gibi muhalif hareketleri tetiklese de rejim bunları demir yumrukla büyümeden ezebiliyordu. Ayrıca Dağlık-Karabağ meselesi başı her sıkıştığında rejimin kitleleri milliyetçi bir kampanya etrafında kenetlemesine olanak tanıyordu. Artık rejimin elinde bir zafer var, fakat bu zaferin sarhoşluğu ilelebet yaşamayacak. Milliyetçi sarhoşluk, Aliyev gibi çürümüş hanedanlıkların yaşaması için olmazsa olmaz. On yıllardır Azeri emekçilerin kanını emen, türlü yolsuzluklarla malul bu rejim için kazanılmış bir savaştan daha tatlı bir şey olamaz. Azeri emekçilerin ülkenin bütün zenginliğine çökmüş, yolsuzluğun dibine batmış Aliyev hanedanlığıyla hesaplaşmadan geleceğe umutlu bakması mümkün değil. 

Tıpkı Ortadoğu gibi Kafkasya’da onlarca yıldır emperyalizmin ve bölgesel güçlerin bir savaş alanıydı. Ateşkes bu etnik gerilimleri ve çatışmalı süreçleri bir anda ortadan kaldırmayacak. Bekasını şoven milliyetçiliğe dayandıran burjuva güçler sahnede olduğu sürece savaş, kan ve gözyaşı bölge halklarının kaçınılmaz yazgısı olacaktır. Bunu değiştirmek için ikiyüzlü bir barışın da ötesinde; bütün ezilen, sömürülen halkları kucaklayacak bir alternatife acil ihtiyaç bulunuyor. Bu alternatif sosyalist bir Kafkasya inşa etmekten başkası değil!