3 Kasım 2020, ABD Başkanlık seçimlerinde Trump gitti, Biden geldi.
6 Kasım 2020, Dolar kuru 8.52’ye kadar yükseldi.
7 Kasım 2020, Hazine ve Maliye Bakanı damat Albayrak gitti, Lütfİ Elvan geldi.
Daha 5 ay önce Türkiye döviz şoku yaşıyordu. Rezervler erimiş, para bitmiş, dış politikada iklim değişmişti. Çaresiz, Damat kurban verildi, yüksek oranda faiz artışı dahil uluslararası finans çevrelerinin her istediği yapıldı. Aralık ayından itibaren Türkiye’ye 20 milyar dolar gibi bir sıcak para girişi olunca Dolar 6.90 tl’ye kadar geriledi.
Devamı gelsin diye, dünyada bollaşan sıcak parayı daha da çekmek için ne taklalar atıldı. RTE reform türküsü söylüyor (kimse yemedi), dış politikada u dönüşleri yapılıyordu. Sisi’ye bile boyun eğildi, Suudların Yemen’de yardımına koşmak dahil her türlü onur kırıcı hallere düşüldü. Ama karşılığında Biden RTE’ye telefon randevusu bile vermedi.
Bu arada AKP-MHP ittifakı anketlerde düşmeye devam etti. TÜİK gerçek işsizliğin %29’a ulaştığını kabul etmek zorunda kaldı. Hayat pahalılığının önüne geçilemiyor, esnaf kan ağlıyor, piyasada para dönmüyordu. Yine çaresizlikten tam da pandeminin 3 dalgasına girildiği sırada salgın kısıtlamalarının büyük çoğunluğu kaldırıldı.
Derken “bağımsız” TCMB’nin piyasa dostu başkanı diye öne çıkardıkları Naci Ağbal faizleri 2 puan daha arttırdı. Çünkü ekonomide beklenen bahar gelmemişti, Dolar 7.50’leri zorluyordu.
Ve RTE tahmin edildiği gibi bu dandik bağımsızlığa bile katlanamadı. Piyasalar etkilenmesin diye Naci Ağbal’ı Cuma gecesi görevden aldılar. Böylece devalüasyonun adı “Kara Cuma” yerine “Kara Pazartesi” oldu, o kadar.
Sadece ekonomi politikası ve Naci Ağbal kararları değil ki! Gergerlioğlu’na yapılanlar, HDP’ye kapatma davası, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması, Gezi Parkı’nın İBB’den alınıp var olmayan bir vakfa geçirilmesi… Şahsım Cumhuriyeti’nde bir güne sığan meseleler…
Reform ağızlarından ve serbest piyasa “normlarından” dönüşün keskin sonuçları olacağını öngörmek zor değildi. Türkiye bir gecede %10’luk devalüasyon yaşadı, borsada işlemler 2 kez durduruldu, %19’lara yükseltilen faizlerin de bir anlamı kalmadı.
Bu saatten sonra döviz nasıl tutulacak, RTE’nin çok arzuladığı faiz düşüşü nasıl sağlanacak, hayat pahalılığı nasıl önlenecek, işsizlik nasıl giderilecek…
Şimdi TCMB yeni başkanı damat Albayrak’ın yandaşı Şahap Kavcıoğlu 22 Nisan’a kadar faizi indirmeyeceğiz açıklaması yaparken daha ilk gün tükürdüğünü yalamak zorunda kalıyor. Dövize müdahale için eldeki tek kaynak kamu bankalarının sınırlı olduğu bilinen döviz kaynakları. Kısacası RTE tam takır durumda. İnandırıcılığını kemik seçmeni dışında yitiriyor, kan kaybı sürecek…
Şimdi soru şu: RTE kontrolünü mü kaybediyor, yoksa kontrol dışına mı çıkıyor? Kontrolü kaybetmenin anlamı açık: Kendi ayağına sıkmak; beceriksizlik ve panik içerisinde sürekli hata yapmak… Kontrol dışına çıkmaksa bir daha seçim kazanamayacağını gören RTE’nin bir plan dahilinde adım adım seçimli demokrasiden çıkmanın hazırlıklarını yapması demek.
HDP’ye kapatma davasının açılması, İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesi ve artan baskılar ikinci senaryoyu akıllara getirse de bu hamlelerin de seçim planlarına dönük olduğunu söyleyebiliriz. RTE el yordamıyla yol alıyor. Önümüzdeki günlerde bakanları da keyfince değiştirecek. Kafasında seçimleri bitirmek olduğunu iddia etmek güç.
Kırılganlıkları arttı ve Devlet Bahçeli’ye hiç olmadığı kadar bağımlı durumda. Zamanı geldiğinde seçimlere hile karıştırıp “atı alan Üsküdar’ı geçti” demeyi düşünecektir. Ama şimdiden seçimli süreçleri tasfiye etmek için düğmeye basıldığını iddia etmek güç. RTE oldukça zayıflamış durumda, ekonomik kriz halkı daha da şiddetli vurmaya başlarsa sert bir iniş kendisini bekleyecektir. O şartlar altında ben seçimleri tanımıyorum demek hiç kolay olmayacaktır. Başka ara formüller aranacaktır.
Bir diğer ihtimal de yoksulluktan bunalan emekçilerin seslerini yükseltmeye başlaması ve sokaklara inmesidir. Bu durumda AKP’nin gidişi kesindir. Ama emekçi halkın örgütsüzlüğü, sindirilmişliği, bu kesime hitap eden sol parti ve sendikaların yokluğu, var olanların zayıflığı ve AKP ile hesaplaşma için seçimleri bekleme eğilimi hesaba katılmalıdır. Devrimciler olarak tam konsantrasyon emekçileri harekete geçirmeye çalışmak ve devrimci inşayı büyütmek dışında bir alternatifimiz bulunmuyor.