Bolivarcı Devrim’den Uyuşturucu Ticaretine – Emre Güntekin

Kamuoyu, Sedat Peker’in yarın yayınlayacağı videoya odaklanırken bugüne kadar ortalığa saçılan kirli işler üzerinden odaklanılması gereken bir noktaya değinmekte fayda var: Türkiye-Venezuela hattında dönen kokain ticareti ve iki ülke arasında özellikle son beş yılda kurulan ilişkiler… Zira Venezuela, “Bolivarcı Devrim” idealiyle Türkiye sosyalist solu açısından da uzun yıllar yaşanan mana kaybını telafi etmenin bir aracı oldu. Chavez ve Venezuela güzellemeleri sosyalist solun genelini etkisi altına alırken; gelinen noktada tarih ne bir devrimden ne de sosyalist bir deneyimden bahsedileceğini örnekleriyle ortaya koydu.

Chavez döneminde hayata geçirilen kimi sosyal politikalar Venezuela’ya dair yanılsamaların önemli bir kaynağını oluşturuyordu. Fakat 2015 yılında ABD öncülüğünde devreye sokulan yaptırımlar, sosyal yardımların maddi temelini sarsarken; sonraki yıllarda Venezuela halkının inanılmaz bir yoksulluk ve sefalete sürüklenmesine neden olmuştu. 2014-2016 yılları arasında petrol fiyatlarının 120 $ seviyelerinden 38 $’a kadar gerilemesi de krizi perçinlemişti. 2017 yılında ise Trump’ın göreve gelmesiyle birlikte ülkenin petrol üretim şirketi olan PDVSA ve Merkez Bankası üzerindeki ekonomik yaptırımların dozajı artırılmıştı. Venezuela’nın petrol üretimi geçtiğimiz yıl OPEC verilerine göre 1934 yılı seviyesine kadar geriledi. Sonuç olarak, Venezuela’da enflasyon tarihi seviyelere ulaşırken halkın en temel tüketim malzemelerine erişmesi bile imkansız hale gelmişti. Milyonlarca insan çareyi Latin Amerika’da komşu ülkelere göç etmekte aramıştı.

ABD, tıpkı İran’a karşı uyguladığı gibi yaptırımların Maduro rejimine yönelik bir sosyal patlamayı tetiklemesini, Maduro karşıtı ABD yanlısı muhalefetin toplumsal desteğinin artmasını ve böylece Maduro rejiminin çöküşünü hızlandırmayı amaçlıyordu. Hatta 2019 Nisan’ında Ulusal Meclis Başkanı Juan Guaido liderliğinde bir darbe girişiminde bulunulmuş, fakat bu girişim başarısızlığa uğramıştı. 

Bu süreçte Maduro’nun hem ekonomik krize çözüm bulmak hem de siyasi kuşatmaya karşı destek amacıyla ilişki kurduğu ülkelerden birisi Türkiye olmuştu. 2017 yılında Maduro’nun Türkiye ziyareti, aynı zamanda Venezuela-Türkiye ilişkilerinde de önemli bir dönüm noktasıdır. Böylece ilk kez bir Venezuela lideri resmi olarak Türkiye’ye ziyarette bulunmuş oldu. Bu ziyaretten, akıllarda Maduro’nun Diriliş Ertuğrul seti ziyareti ve Nusret’te çektiği ziyafet kalmış; bu görüntülere yönelik eleştirilere ise “Orada bana Sultan Maduro dediler” şeklinde akıllara zarar bir savunma yapmıştı.

2019 Ocak ayında ABD destekli Guaido’nun kendisini meşru devlet başkanı ilan etmesinin ardından Cüneyt Özdemir’in yaptığı röportajda Maduro, 15 Temmuz’dan sonra darbe girişimini kınadıklarını ve sonrasında Erdoğan ile olan ilişkilerine dair şunları dile getirmişti: “O günden bu yana Sayın Erdoğan ile dostuz. Onun çok iyi bir dost olduğunu söyleyebilirim. Türk insanına aşığım. Türkiye’nin gerçekten çok önemli ve güzel bir tarihi var. Ve bize demokrasi adına destekledikleri ve yanımızda durdukları için çok mutluyum.”

Türkiye ile Venezuela arasında kader ortaklığının kapılarının masum bir ilişkiye açılmadığı Peker’in ifşaatlarıyla da kendisini gösterdi. Daha öncesinde Batılı medya kuruluşları Venezuela ile Türkiye arasındaki altın ticaretine vurgu yaparken; bu yolla uluslararası yaptırımların delindiğini birçok kez dile getirmişti. Fakat artık her iki ülkenin yönetici katmanlarının ve mafyatik unsurların karşılıklı uyuşturucu ticaretinde de rol üstlendiği yüksek sesle dile getiriliyor. 

Sedat Peker, son videosunda AKP’li Binali Yıldırım’ın oğlu Erkan Yıldırım’ın son dönemde sıklıkla Venezuela’ya giderek yeni bir uyuşturucu rotası oluşturulmasında rol oynadığını ifade etmişti. Binali Yıldırım ise bu iddiayı oğlunun Venezuela’ya test kiti ve maske yardımı götürdüğünü söyleyerek yanıtlamıştı. 

Venezuelalı gazeteci Roberto Deniz ise DW Türkçe’ye yaptığı açıklamada özellikle Maduro rejiminin güçlü isimlerinden Tarek el Aissami’nin uyuşturucu trafiğinde rol oynama olasılığını şöyle aktarıyor: “Zamanın Ekonomiden Sorumlu Başkan Yardımcısı ve şu anda Petrol Bakanı olan Tareck El Aissami bu hükümetin en güçlü bakanlarından. Kendisi ABD tarafından uyuşturucu kaçakçılığı suçuyla aranıyor. Tareck El Aissami, Venezuela-Türkiye ittifakının kilit isimlerinden. Bakabilirsiniz, zannediyorum sadece bu dönemde Türkiye’ye 4-5 defa ziyarete gitmişti”

Venezuela yönetici kliklerine yöneltilen uyuşturucu kaçakçılığı suçlamaları yeni değil. Batılı medya kuruluşları Maduro ve çevresindekilerin de bu işin parçası olduğuna dair iddiaları sıklıkla dile getiriyor. 2017 yılında Maduro’nun eşi Cilia Flores’in iki yeğeni Haiti’de yakalanmış ve ardından ABD mahkemeleri tarafından 18 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. Ayrıca, ülkedeki en büyük kartellerden biri olan Cartel of Sun (Güneş Karteli)’ın yükselişinde Venezuela devletinin güvenlik güçlerinin rolü karşımıza çıkıyor. 

Bundan on yıl kadar önce Türkiye’deki Sedat Peker vakasına benzer bir vaka Venezuela’da da ortaya çıkmış ve uyuşturucu kralı Walid Makled, Kolombiya’da yakalanmasının ardından iki ülke arasındaki gerilimi durdurmanın bir aracı olarak Venezuela’ya iade edilmişti. Makled, hapishanede verdiği bir röportajda Chavez yönetiminden isimlerle olan ilişkisini ifşa etmişti. Röportajında beş kongre üyesine aylık düzenli ödeme yaptığını ve aralarında üst rütbeli subayların da bulunduğu subaya milyonlarca dolarlık rüşvet verdiğini ifade etmişti. 

Peker’in ifşaları bize devletin uyuşturucu trafiğinden faili meçhul cinayetlere uzanan kirli işlerle ne denli içli dışlı olduğunu bir kez daha hatırlatmıştı. Bu ne Türkiye’ye ne de Venezuela’ya özgü bir hikaye! Daha önce ABD ve Batılı ülkelerin Afganistan’da uyuşturucu ticaretinde nasıl bir rol oynadığına dair Afgan bir yoldaşımızın kaleminden okumuştuk. Kapitalist devletler girdiği her alanda suç üretmekten geri kalmıyor. 

Asıl çelişki ise sosyalist solun geniş bir kısmının büyük manalar yükledikleri Venezuela’daki rejimin Erdoğan gibi figürlerle girdiği kirli ilişkilerin, uyuşturucu trafiğinde oynadıkları rolün sessizlikle geçiştirilmesidir.

Eğer sosyalist sol yeni bir dünya inşa etme hedefiyle yola çıkacaksa sosyalizmin temiz bayrağını kapitalist barbarlığa özgü suçlarla kirleten unsurlarla da hesaplaşmalıdır.