Afganistan ve Emperyalizme Dair Bazı İlkeler – Güneş Gümüş

ABD’nin Afganistan çekilmesi sonrası yaşanan tartışmalar ve alınan tavırlar, çarpık bir emperyalizm teorisinin başa ne büyük bela olduğunu tekrar hatırlattı.

Güçlü bir ABD karşıtlığına sahip bu coğrafyada toplumsal olarak en yaygın eğilim anti-emperyalizmin anti-ABD’ciliğe indirgenmesi. Bu anlayış, ABD’nin neredeyse rakipsiz şekilde küresel gücünün zirvesinde olduğu zamanlarda bile yeterli değildi ama bugünkü gibi uluslararası büyük aktörlerin çeşitlendiği; Çin, Rusya gibi rakiplerin daha dişli hale geldiği bir uluslararası konjonktürde hatalı tutumlara daha çok kapı açıyor. Birden kendinizi ABD, Afganistan’dan çıkıyor diye “emperyalizm yenildi” derken sevinirken bulabiliyorsunuz…

Emperyalizm, Lenin tarafından kapitalizmin geldiği en son aşama olarak tariflenmişti. Bu aşama; kapitalist üretim ilişkilerinin küresel ölçekte hakim hale gelmesini ifade ediyordu. Dünya üzerinde yüzlerce yıldır yayılmacı eğilimler kendini gösteriyor. Emperyalizm ise diğer yayılmacılık biçimlerinden farklı olarak kapitalizmin yeni bir evresini; tekelci aşamasını ifade ediyor. Sermayenin sadece anlık değil genel ve uzun vadeli çıkarları uğruna ulus-devletler temelinde süren bir ekonomik ve jeopolitik rekabet düzeni olarak emperyalizmi kavramak gerekiyor. Emperyalist yayılmacılığın geri planında öyle ya da böyle sermayenin çıkarları var; bu çıkarların dayandığı ekonomik-politik ilişki biçimleri değişebilir. Ki değişiyor da.

Emperyalizm teorisini ele almak bu yazının sınırlarını aşsa da bazı kritik ilkeleri belirleyerek emperyalizm teorisi için bir temel oluşturmak mümkün.

1- Emperyalizm eşittir sömürgecilik doğru değildir. Kapitalizm, tarih sahnesine dünyaya kan ve gözyaşıyla bezenmiş vahşi bir sömürgecilikle çıktı ve 16. yüzyıldan 2. Dünya Savaşı sonuna kadarki dönem boyunca sömürgeciliği sürdürdü. Kapitalist ilksel birikim, sömürgeleştirilen coğrafyaların değerli madenlerinin, hammaddelerinin ve köleleştirilen yerlilerin emeğinin yok edilme pahasına tüketilmesiyle sağlandı. Ama kapitalist gelişim için klasik sömürgecilik bir yüke dönüşünce geçmişin sömürgelerle emperyalizm dahilinde yeni ilişkiler kuruldu. Elbetteki egemenlik haklarının tamamen yada kısmen devrine denk düşen sömürgeci biçimin güncel örnekleri var ama sınırlı. Afganistan da doğrudan ABD işgaliyle, varlığı ABD’ye tabi kukla bir sömürge rejimiyle sömürge yönetimlerine güncel bir örnekti. İşgal bitince emperyalizmin yenilgisi, halkların zaferini ilan edenlere inat Afganistan; bugün emperyalizmin yayılmacılığın sömürgecilikten öte oluşuna da örnek olma yolunda. Kukla bir Afgan yönetimine ihtiyaç duymadan da emperyalizm Afganistan siyaseti, ekonomisi için belirleyici bir güç olacak; ülke siyaseti emperyalist yayılmacılığın gölgesi altında şekillenmeye devam edecek. Taliban yönetimi, Afganistan’ın yeniden inşası ve ekonomik kalkınması için Çin’e her türlü kapıyı açmakla kalmayacak; ülkenin dondurulmuş 9 milyar dolarlık hesabın çözülmesi, IMF ve Dünya Bankası’nın devreye girmesi için ABD ve Batı ülkelerinin onay vermesi için de uluslararası ilişkile arenasında ılımlı bir görünüm çizmeye, gerekirse kendini görüntüde törpülemeye özen gösterecek.

2- Emperyalizm, ABD ya da Batılı büyük devletlerin dış politikasından ibaret değildir. Bu anlayış, öncelikle emperyalizmle kapitalizm arasındaki vazgeçilmez bağı kurmaktan uzaktır. Bir kere emperyalizm bazı ülkelerin dış politikasından ibaretse aslında değiştirilebilir de demiş oluyorsunuz. Diğer yandan dünyayı tek kutuplu bir temelde kavrayışa denk düşüyor bu tespit. ABD var gerisi boş; gerisi sömürge, yarı sömürge demenin başka bir yolu oluyor. Oysa ki bugün ABD emperyalist kapitalizmin tepesinde yer alsa da dünya ekonomik, askeri ve siyasi olarak çok kutuplu durumda. Bir kere ABD’nin baş tehdit ilan ettiği Rusya, Çin gibi güçler var. Uzun yıllara dayalı müttefikliğe rağmen AB de ABD ile çıkarlarını gerektiğinde farklılaştırmaktan geri durmuyor. Bugün emperyalizmi temel ilişkisi eşitsiz bir karşılıklı bağımlılık. Bu bağımlılık düzeyi ülkelerin ekonomik, askeri gücüne göre eşitsiz olsa da tek yönlü bir belirlenme (küçük gücün büyük güce her şeyiyle tabi olduğu) ilişkisi büyük oranda geçerli değil. Emperyalizm karşıtlığını ABD karşıtlığına indirgediğinizde Çin’in ya da Rusya’nın yayılmacı hamleleri konusunda tavır almanız mümkün de olmuyor.

3- Emperyalist güçler her şeye kadir değildir. Ülke siyasetleri, içsel ve dışsal dinamiklerin karmaşık bir bileşkesiyle şekillenir. Türkiye gibi ülkelerde her türlü kötülüğün sorumluluğunu dış güçlerde arayan komplocu anlayış sıklıkla karşımıza çıksa da emperyalistler her istediklerini elde etmekten uzaktır. Hele ki dünya ekonomisinin kriz içinde salındığı, dünyanın tepe gücü ABD’nin bu kötü gidişata son verme kapasitesi göstermediği bugünlerde ABD gücünün uluslararası siyaseti yeniden şekillendirmek konusunda daha az etkili olduğu görülebilir. Mesela ABD’nin 20 yılda Afganistan’ı istediği gibi şekillendirmek konusunda başarılı olamamıştır. Ya da Çin gibi en büyük tehdit ilan ettiği bir rakibi ekarte etmeyi başaramamıştır. Veya ABD’nin planında Taliban rejimi altında cihatçıların Rusya’nın başına bela olması olsa da bölgesel denklemler başka birçok gelişmeye gebe olmaya devam edecektir.

4- Emperyalistlerden dost olmaz. En kritik ilke budur desek haksız olmayız. Emperyalist güçlerin çalışma yöntemleri değişse de azgın bir kar ve birikim hırsıyla uluslararası siyaset ve ekonomiyi şekillendirme istekleri hiç değişmemektedir. Emperyalist yayılmacılık, kendi ulus-devletinin sermayesinin en genel çıkarlarını uluslararası askeri-ekonomik rekabet altında korumak-kollamak için vardır; görüntüde ne kadar demokratik sosla bulanmış olursa olsun bu gerçek değişmeyecektir. AB ülkelerinin Taliban’ı tanıyacak olması bunun bir örneğidir. Verilebilecek onlarca örneğin yanında daha çarpıcı olması adına Fransız çimento şirketi Lafarge’ın Suriye’deki yatırımlarını sürdürmek adına Fransız devletinin bilgisi dahilinde IŞİD dahil cihatçı şebekelere çimento gönderdiğini, IŞİD’e 13 milyon avro para aktardığını söyleyebiliriz. Emperyalistlerin paranın yeşilinden başka ilkeleri yoktur; en demokratik görünenden bile emekçi halklara düşmandan başkası olmaz.