İran hükümeti tarafından ekonomik cerrahi adı verilen bir programın başlatılması ve enflasyondaki yaygın artışın ardından İran’da, yoksul emekçiler kapitalist molla rejimine karşı yeniden sokaklara döküldü. 14 eyalete yayılan ve İran rejimine karşı büyük bir öfke patlamasını ifade eden eylemde sık sık rejim ve hükümet karşıtı sloganlarla halk adeta ölümü göze alarak bir kez daha büyük bir isyan başlatmış oldu. Ağır baskılarla yönetilen İran’da, halkın mevcut sistemin sömürücülüğünü protesto etmek için bugüne kadar çok kez isyanlar yaşandı.
Molla hükümeti ile halk arasındaki çatlağın kökenine kısaca değinirsek, 1980’ların başlarına ve onun doruk noktası olan 20 Haziran 1981’e dönmeliyiz. Halk, örgütler ve siyasi partiler, mollaların ve İslam Cumhuriyeti Partisi’nin totaliter ve gerici fikirlerini fark edip, bu politikaları protesto etmek için Tahran sokaklarını ve İran’ın önemli şehirlerinin çoğunu işgal ettiğinde, Ruhani rejimin tepkisi protestocuların kanlı baskısından başka hiçbir şey olmamıştı. O ateşli yıllardan sonra, iktidar rejimi 30.000’den fazla muhalif tutuklayıp idam ederek toplumu muhalif unsurlardan temizlediğini zannetmişti.
O kanlı on yıların ardından, 1990’larda Meşhed kentinin aç halkı bu kez Ekmek Ayaklanması olarak bilinen yüksek ekmek fiyatını protesto etmek için sokaklara döküldü ve yine hükümetin tepkisi cinayetten başka bir şey değildi. 1990’lerin sonlarında ve 2000’lerin sonlarına kadar, Tahran’daki ve diğer İran şehirlerindeki üniversitelerde hükümet politikalarından memnun olmayan öğrenciler katledildi ve ardından 2009 yılında hükümet seçimlerini protesto eden protestocular sokaklarda veya gözaltı merkezlerinde işkenceyle öldürüldü. İran’ın kapitalist mollaları her ne kadar toplumu bastırsa da İran’da bitmek bilmeyen inatçı bir mücadele geleneği var olmaya devam etti.
2020’lere yaklaştığımızda 2017 ve 2019’da protestoların sınıf karakteri yoksul muhafazakarlara doğru bir kayış gösterdi ve doğrudan sınıf eylemlilikleri yoğun biçimde arttı. Molla rejiminin muhafazakar tabanının yoksulluğa karşı sokağa çıkıp “Hamaney’e ölüm!” sloganları attığı bir dizi eylem dalgası yaşandı. Bu durum rejimin sadece silah zoruyla ayakta kaldığı gerçeğini daha da açık kıldı. Kasım 2019’da yaşanan eylem bu açıdan oldukça önemliydi. birkaç gün içinde 1.500’den fazla protestocu sokaklarda kurşuna dizildi, tutuklanarak cezaevine gönderildi. Temmuz 2021 on binden fazla işçi ödenmeyen maaşların ödenmesi, çalışma koşullarının iyileştirmesi, örgütlenme özgürlüğü ve zam talepleriyle greve çıkarak ciddi bir sınıf fayını daha ortaya çıkarmıştı. 2021’de İran’ın güney ve orta kesimlerinde yaşanan su protestolarında da bu barbarlık devam etti.
Ve şimdi, “Ekonomik Cerrahi”nin açıklanması ve temel ihtiyaç maddelerine yönelik sübvansiyonların kesilmesi, enflasyonun artması ve yüksek fiyatların ardından, İran’ın farklı şehirlerinin sokakları, bu baskıcı politikaları protesto edenlerin bir kez daha varlığına tanık oldu. İran’da resmi istatistiklere göre yıllık enflasyon oranı %40’larda açıklansa da gerçek oranın %60’ın üzerindedir.
Uzun yıllardır ağır bir yoksulluğa batan İran’ın geniş emekçi kesimleri bu ağır zamlarla büyük bir isyan dalgasını tetikledi. Huzistan eyaletinde sokak protestoları ortaya çıktı ve İran’ın diğer bölgelerine yayıldı. Diğer büyük şehirlerinde işçiler, canlı biçimde son iki yıldır yaygın eylemlerle mücadele eden öğretmenler, yoksul emekliler “Hamaney’e, Başkan’a Ölüm” ve “Diktatöre Ölüm” sloganlarıyla kapitalist mollaları doğrudan hedef aldı.
Halkın haklı protestolara hükümetin ilk tepkisi geçmişte olduğu gibi baskıdan başka bir şey değil. Rejim; Yazarlar Derneği üyelerini, çevirmenleri, sosyal aktivistleri, öğretmenler, öğrencileri ve genel olarak egemen sınıfın yüreğinde en ufak bir korku uyandıranlar tutukladı ve komik iddialarla hapse attı. Tutuklananlar arasında Keyvan Mohtadi, Anisha Asadollahi, Reza Shahabi, Jafar Ebrahimi, Mohammad Habibi, Rasoul Bodaghi, Narges Mansouri ve iki Fransız uyruklu, Ulusal Eğitim ve Kültür Çalışmaları Federasyonu (FNEC FP-) uluslararası ilişkiler başkanı Cecil Kohler yer alıyor. FO ve aynı federasyon üyesi olan eşi Bay Kohler, İran’a federasyon adına değil, turist olarak gittiklerini belirttiler.
Unutulmamalıdır ki, tarih boyunca hiçbir baskı mazlumların haklı mücadelesini sona erdirmemiştir. Ne var ki isyanlar ve bastırılma sarmalının kırılabilmesi için İran içinde her türlü riski göze alarak mücadele eden devrimcilere büyük iş düşüyor: yalnızca rejimin yıkılışı için değil Sosyalist Ortadoğu Federasyonu’nun bir parçası olarak sosyalist bir İran için gerekli olan devrimci partiyi kurmak bugünün en büyük görevidir. Bu partinin kurulabilmesi için İran’ın dışındaki devrimcilerin de ülke içindeki mücadeleyi çeşitli araçlarla desteklemesi gerekiyor. Tüm bu örgütlü güçlerin ise bir enternasyonal örgüte bağlanması şarttır. İnatçı ve kökleri sağlam devrimci gelenek bu örgütlülük düzeyi ile buluştuğunda bu coğrafyanın kaderi en baştan yazılacaktır.
İran halkının protestolarına karşı iktidar rejiminin değişmez politikası hep baskıdır ancak unutulmamalıdır ki, tarih boyunca bu tür eylemler hiçbir coğrafyada mazlumların haklı mücadelesini sona erdirmemiştir. İnatçı ve kökleri sağlam bu mücadele geleneği İran’da devrimci bir parti ile buluştuğunda bu coğrafyanın kaderi en baştan yazılacaktır:
“Varsın egemen sınıflar bir komünist devrim ürküntüsüyle tir tir titresinler. Proleterlerin, zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yok. Bir dünya var kazanacakları. Bütün ülkelerin proleterleri, birleşin!”