Arap Baharı’nın fitilinin ateşlendiği Tunus yeni bir dönemeçten geçiyor. Cumhurbaşkanı Kays Said, Pazar günü “ülkenin içinde bulunduğu olağanüstü koşullar”ı gerekçe göstererek meclisi feshettiğini, milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırıldığını ve Başbakan Hişam el-Meşişi’yi görevden aldığını duyurdu. Said’in bu kararının ardından siyasal İslamcı En-Nahda’nın lideri ve Meclis Başkanı olan Raşid el-Gannuşi yaşananları darbe olarak niteledi.
Tunus’ta Bugüne Nasıl Gelindi?
2011 yılında ülkeyi 1987 yılından bu yana demir yumrukla yöneten Zeynel Abidin Bin Ali halk isyanı ile devrildiğinde Tunuslu emekçiler on yıllardır biriken ekonomik ve demokratik sorunların çözüleceğini ümit etmişti ancak aradan geçen on yılda beklentilerin çok azı gerçekleşti.
Son birkaç yıldır derin bir ekonomik ve siyasal istikrarsızlığın etkisinde olan Tunus’ta egemen sınıfların en çok çekindiği konuların başında toplumsal huzursuzluğun yeni bir patlamaya dönüşmesi ihtimali geliyordu. Zira 2011 yılındaki isyanı tetikleyen koşullar, özellikle pandeminin etkisiyle ağır bir şekilde varlığını sürdürüyor. Hatırlanacak olursa 2011 isyanı Muhammed Bouzazi adlı işsiz bir gencin kendisini yakmasıyla patlak vermişti. Ülkede genç işsizliği 2011 yılına göre azalmış olsa da, hala % 35 düzeyinde seyrediyor. Genel işsizlik ise pandeminin etkisiyle son bir yılda artarak % 18’e yaklaşmış durumda.
2014 yılından itibaren iktidara gelen siyasal öznelerin en başarısız olduğu konuların başında işsizlik sorununa çözüm yaratmak geliyor. Zira bu süreçte ekonomik sorunları çözmek adına başvurulan IMF’nin dayattığı kemer sıkma tedbirleri emekçi sınıfların sorunlarını çözmeyi bırakın daha da ağırlaştırdı. 2016 yılında IMF ile 2.8 milyar dolarlık bir kredi anlaşması yapılırken; IMF’nin taleplerinin başında bütçe açığının ana kaynaklarından birisi olarak gösterilen kamu emekçilerinin ücretlerinin dondurulması geliyordu.
Tunus 2019 yılında kamu çalışanlarının yoğun olarak katıldığı bir genel grevle sarsılmıştı. 670.000 kamu çalışanı ücretlerin yükseltilmesi talebiyle greve çıkmış; özellikle demiryolu, hava taşımacılığı, sağlık ve eğitim sektöründe çarklar tamamen durdurulmuştu. Grevler 2013 yılında suikast sonucu öldürülen muhalefet lideri Şükrü Belayid’in ardından gerçekleştirilen eylemlerin ardından en kitlesel katılıma sahne olmuştu. Grevin ardından mevcut yönetime karşı yoğun bir sokak hareketi gelişirken; bugünkü siyasal krizde de kilit rol oynayan ülkenin en büyük sendikal konfederasyonu UGTT hareketi makul sınırlar içerisinde tutma rolünü üstlenmişti. İktidarı paylaşan Nida Partisi ile En Nahda ise ekonomik krize karşı gelişen sokak hareketine karşı sert tutum takınmışlardı. Burjuva siyasal özneler her ne kadar farklı siyasal pozisyonlarda yer alsalar da sokak hareketinin radikalizmi onları sınıf düşmanlığında birleşmeye mecbur bırakıyordu.
2019 Ekim’in de gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri siyasal krizi çözmek adına arayışlara sahne olsa da aradan geçen iki yıllık süreçte bunun başarılamadığını belirtmek gerek. Seçimlere katılımın aradan geçen beş yıllık süreçte % 69’dan % 41’e gerilemesi de kitlelerin mevcut aktörlerden beklentilerinin ne kadar düştüğünü ortaya koyuyordu. Bu oran 18-25 yaş arası nüfusa inildiğinde % 9’a kadar düşüş göstermişti. Şubat 2020’da İlyas el-Fahfah liderliğinde kurulan hükümet mevcut kriz ortamında ancak 6 ay görevde kalabilmişti.
el-Fahfah’ın ardından göreve gelen el-Meşişi ise karşısında pandemiyle birlikte ağırlaşan sorunları buldu. Temmuz ayında Tunus pandemi başından bu yana en yüksek vaka sayılarına ev sahipliği yaparken; sağlık sistemi işlemez hale geldi. 20 Temmuz’da Sağlık Bakanı Fevzi el-Mehdi yoğun eleştiriler nedeniyle görevden alınmıştı. Pandemiyle mücadele adına Kays Said özellikle Suudi Arabistan’la temasa geçerek yardım talep etmişti. Hükümetin pandemi karşısındaki başarısızlığı birçok yerde radikal sokak eylemlerini tetiklemişti.
Cumhurbaşkanı Said’in ülkenin içinde bulunduğu olağanüstü koşullardan kastını da burada aramak gerekmektedir: Yaklaşan sosyal patlama ihtimali. Türkiye’de Tunus’ta yaşananlar hızlı bir şekilde BAE’nin parmağıyla Müslüman Kardeşler’e yönelik bir darbe olarak nitelense de gerçekte Said’in yaptığı rejimin tümden bir çöküşün eşiğine sürüklenmesinin önüne geçmekten ibaret.
Fakat Nahda’nın Tunus siyasetinden tasfiyesi toplumsal muhalefeti frenlemek açısından ancak geçici bir çözüm oluşturacaktır. Nahda’yla simgeleşen siyasal İslamcılığın, laik bir damarın güçlü olduğu Tunus toplumuyla kan uyuşmazlığı yaşayacağı başından bu yana açıktı ve beklenildiği gibi oldu. Şükrü Belayid ve Muhammed Brahimi gibi önemli muhalif siyasal figürlere düzenlenen suikastler, selefiliğin güç kazanmaya başlaması toplumda Nahda’ya karşı öfkeyi pekiştirdi. Nahda ise Mısır’da İhvancı rejimin trajik çöküşünden hareketle laik unsurlarla uzlaşmacı bir yol izlese de yolsuzluktan, siyasal cinayetlerin üzerinin örtülmesindeki rolüne kadar pek çok çelişki üzerindeki şüpheleri büyüttü.
Sonuç olarak Arap Baharı’nın ardından, Arap coğrafyası için bir demokrasi örneği olarak parlatılan Tunus örneği pul pul dökülmeye başladı. Ülkede emekçi sınıfların sorunları mevcut hiçbir aktörün altından kalkamayacağı derecede ağırlaşırken; IMF veya Körfez rejimleriyle kurulan ilişki bu koşulları ağırlaştırmaktan başka bir şeye yol açmıyor.
Tunuslu emekçilerin önünde iki seçenek var: Ya bağımsız sınıf çizgisiyle önlerine dikilen baraj kapaklarını aşarak eşit ve özgür bir yarını kendi elleriyle yaratacaklar ya da egemen sınıfların iç kavgalarında tekrar tekrar kaybetmeye mahkum olacaklar. Mısır’da Sisi’nin darbesinin sadece Müslüman Kardeşleri ezmediği, bütün toplumsal muhalefetin üzerine balyoz gibi indiği unutulmamalıdır. Egemen sınıflar iç kavgalarını çözüme ulaştırdığı anda toplumsal muhalefeti de susturmak için fırsat kollayacaklardır.