Daha yapım aşamasında büyük tartışmalara yol açan Joker filmi geçtiğimiz günlerde gösterime girdi. Film, özellikle 2012 yılında gösterime giren The Dark Night Rises filminin Colorado’daki galasında gerçekleşen saldırıda yaşamını yitiren 12 kişinin ailesi tarafından tepkiyle karşılanmıştı. Aileler filmin yapımcısı olan Warner Bros’a, bireysel silahlanmaya karşı faaliyet yürüten kurumlara destek olma çağrısında bulunurken; kimileri bu konuda daha sert yaklaşımlar benimsiyor. Colorado’daki saldırıda kızını kaybeden Sandy Philips filmle ilgili olarak “Holmes’un yüzünü görmeye ihtiyacım yok. Joker’in fragmanına baktım ve karşımda o katil duruyordu.” yorumunda bulundu.
Filmin, özellikle bireysel silahlanmanın ve buna bağlı olarak gerçekleşen saldırıların yoğun olduğu ABD’de şiddet eğilimini körüklemesinden korkuluyordu. ABD polisi de sinemalarda yaşanabilecek olası saldırılara karşı salonlara gizli polisler yerleştirerek önlem alıyor. Öte yandan sinema salonlarına yüzü boyayarak veya maskeyle girmek yasaklandı.
Filmin yönetmeni Todd Philips ise filme yönelik eleştirilere “Film, sevgisizliğin, çocukluk döneminde yaşanan travmaların, hayata hoşgörüyle bakamamanın hikâyesi. İnsanların bu mesajı algılayabileceğini düşünüyorum. Sanat karmaşıktır. Eğer karmaşık olmayan bir sanat dalı arıyorsanız kaligrafiyi deneyebilirsiniz.” sözleriyle cevap verdi.
Joker karakterini canlandıran Joaquin Phoenix ise bir röportajında “İnsanlar şarkı sözlerini yanlış yorumlayabiliyor. Kitaplarda bazı paragrafları yanlış anlayabiliyor. Bence işin etik kısmı konusunda ya da iyi ve kötü ayrımı konusunda izleyiciyi eğitmeye çalışmak film yapımcısının görevi değil. Yani şahsen ben bunun ayan beyan ortada olduğunu düşünüyorum.” yorumunda bulunurken Joker karakterini oynamayı kabul etme sürecinde çelişkiler yaşadığını, fakat filmin rahatsız edici ve farklı düşünmeye zorlayan yapısından ötürü rolü kabul ettiğini vurguladı.
Joker’in Anlatısı
Film, Joker karakterinin hikâyesinin arka planına inerken, onun oluşumuna dair önceki filmlerde es geçilen sosyal ve psikolojik faktörler çarpıcı bir şekilde ele alınıyor.
Filmin sonunda kendini Joker olarak bulan Arthur Fleck hayatını palyaçoluk yaparak kazanan ve bir gün ünlü bir komedyen olma hayali kuran biridir. Ancak çocukluğunda karşılaştığı şiddetten kaynaklanan psikolojik sorunları ve buna bağlı olarak karşılaştığı ani kahkaha krizleri gibi davranış bozuklukları işte ve sosyal hayatta dışlanmasına yol açarken, uzunca bir süre acımasız yargılarla baş etmek zorunda kalır. Bir gün yine metroda iyi giyimli üç borsacının saldırısına, iş arkadaşının kendisine verdiği silahla karşı koyar ve üç kişiyi öldürmesi hayatta yaşadığı dönüşümün başlangıcını oluşturur. Öldürdüğü insanlar şehrin zenginlerinden ve aynı zamanda gelecekte Batman olarak karşımıza çıkacak Bruce Wayne’in babası olan Belediye Başkanı Thomas Wayne’in çalışanlarıdır. Bu durumda toplumun alt sınıflarında zenginlere yönelik eylemlerin fitilini ateşler ve sık sık ekrana yansıyan gazete küpürlerinde bu durum vurgulanır.
Fleck diğer taraftan rahatsızlığı nedeniyle sosyal destek alırken, bir gün psikoloğu belediyenin yaptığı bütçe kesintileri nedeniyle artık bu desteği alamayacağını belirtir. Film burada kapitalizmin neoliberal politikalar aracılığıyla sosyal harcamaları nasıl yıkıma uğrattığına selam çakmaktadır. İşinden arkadaşının verdiği silahın başına açtığı olaylar nedeniyle kovulan, toplum tarafından her alanda dışlanan ve üstüne hasta annesiyle birlikte hayatta kalmak için çabalayan, ünlü bir komedyen olma hayaline kavuşamayan Fleck bu çok yönlü basınç altında çıkış yolunu daha fazla şiddete yönelmekte ve bu yolla dikkat çekmekte arar.
Şimdiye kadar kendisini görmeyen, medeniyetten uzaklaşmış topluma kendisiyle alay ettiğini düşündüğü kişileri öldürerek var olduğunu ispatlamaya çalışır. Örneğin filmin en çarpıcı sahnesi kendisine silah vererek komplo kuran iş arkadaşını öldürdüğü, fakat onunla beraber kendisini ziyarete gelen ve kendisi gibi farklılığından ötürü alaya maruz kalan cüce arkadaşının gitmesine izin verdiği bölümdür. Öfkesi bu aşamada sadece kendini aşağılayanlara yöneliktir.
Fleck’in esas yapmaya çalıştığı şey, içinde yaşadığı trajedinin bir güldürüden ibaret olduğunu göstermektir ve bir işaret fişeği çakmaktır. Bunu da katıldığı bir televizyon programında yaptığı şovla taçlandırır. En sonunda istediği şeye ulaşmış ve sokaklardaki çöp yığınlarıyla, süper farelerle bezeli Gotham’ın yoksul ve kenara itilmiş kitlelerinin gözünde bir ikona dönüşmüştür. Ancak çelişkilerle yüklü topluma verdiği mesaj ancak daha fazla şiddetin onları otoritenin gözünde görünür kılabileceğini anlatmaktan öte değildir. Filmin sonunda da eski psikoloğunu öldürerek, şiddetin kendisi için başlı başına bir amaca dönüştüğünü görürüz. Yine de, insan olmanın getirdiği bir vicdani eğilimden dolayı filmi izlerken eminim pek çok kişi kendisini Fleck’le empati kurarken bulacaktır. Elbette her empati kuran Joker’e dönüşecek diye bir şey yok; ancak tek bir istisnanın bile gerçekleşmesi korkusu, özellikle şiddet eğiliminin yoğun olduğu ABD’de korku yaratıyor. Filmin bu kadar tartışmalı olmasının temeli de burada yatıyor.
Klasik süper kahraman filmlerinin aksine Philips’in Joker tasviri iyi ve kötü kavramı arasındaki çizgileri bulanıklaştırıyor. Filmin başındaki Arthur Fleck ile sonunda dönüştüğü Joker arasında geniş bir açı farkı var. Ancak odaklanılması gereken tek yer sonda gözünü kırpmadan cinayet işleyebilen Fleck mi olmalı? Joker doğası gereği doğuştan kötücül bir doğaya mı sahipti? Fleck’in dönüşümünün etkenleri nelerdi?
Marks, mekanik materyalistlerin insan doğasının değişmez bir olgu olduğu kabulüne karşı Feuerbach üzerine tezlerin altıncısında şunu dile getiriyordu: “İnsan özü (doğası), tek tek her bireyin doğasında bulunan bir soyutlama değildir. Gerçekliği içerisinde bu, toplumsal ilişkilerin bütünüdür.”. Marks’a kadar hâkim kanı insan doğasının doğuştan bencil ve bireyci olduğu yönündeydi. Fakat Marks, parlak bir şekilde, insanın içinde yaşadığı çağın üretici güçlerinin üzerinde yükselen toplumsal ilişkilerin bir ürünü olduğunu ortaya koyar. Bu yaklaşım doğrultusunda Joker’in çaresiz, psikolojik olarak çökmüş, toplumdan gelen baskılara boyun eğmiş bir bireyden; eleştirilerin yoğunlaştığı manada “kötü”lüğü ve şiddeti bu girdaptan bir çıkış yolu haline getiren bir ikona dönüşümünü Gotham üzerinde hüküm süren düzenden bağımsız düşünemeyiz.
Thomas Wayne ile simgelenen zenginler ile toplumun çoğunluğunu oluşturan yoksullar arasındaki karşıtlığın filmde bariz bir şekilde öfke kaynaklarından birisi olduğu gözlemlenebilir. Bir yanda kentin fareler ve çöpler arasında terk edilmiş, unutulmuş, sosyal kesintilerle hakları elinden alınan ve filmde şiddet dışında herhangi bir çıkış yolu bırakılmamış çoğunluğu, diğer tarafta ise neredeyse tuvaletleri bile altın kaplama bir dünyada yaşayan zengin ayrıcalıklılar… Fleck’in annesi neredeyse film boyunca yaptıkları her diyalogda eski işvereni Wayne’den kendisine uzanacak bir eli bekliyor, ama Fleck’le Wayne’in karşılaşma sahnesinde olduğu gibi her seferinde bu beklenti boşa düşüyor. Dolayısıyla, bu apolitizm ortasında, Fleck’e bir “canavar”a dönüşmekten başka çare kalmıyor.
Burada tartışılması gerekenlerden birisi ise hem Joker’in hem de onu izleyen kitlelerin anlatılış biçimi… Filmde yoksullardan çok zenginlere yaklaşan tehlike haber veriliyor gibi. Elbette Joker, Hollywood ürünü bir film ve ondan alt sınıflara devrimci bir çıkış yolu önermesini beklememek gerekiyor. Zaten film yıkıcı şiddetten öte bir öneri sunmuyor. Oysaki devrim dediğimiz şey başlı başına insanlığın içindeki yaratıcı gücü açığa çıkaran yıkıcı bir süreçtir.
Bu eksikliğe karşın şurası bir gerçek ki Christopher Nolan’ın 2008 yapımı Kara Şovalyesi’nden Joker’e filmlerin “iyi” tarafını sembolize eden Batmanlerin, Thomas Wayne’lerin dünyasının çelişkileri daha fazla kendini açık ediyor. Kara Şovalye’de “iyi”nin içindeki kötülüğü açığa çıkaran Joker, bugün “iyi”nin “kötü”lüğün kaynağı olan alt sınıflara karşı acımasızlığını, umursamazlığını daha net gösteriyor.