Emekçiler ve gençler, halk düşmanı kapitalist uygulamalara ve bozuk düzene karşı dünya genelinde dalga dalga eylem sahasına iniyor. Arjantin ve Fransa’dan gelen yoldaşlarla beraber bu ülkeler arasında yerini alan Lübnan’ı ziyaret etme ve yaşananları yerinde görme şansı elde ettik. Beyrut ve Sayda’da eylemleri izledik, Lübnanlı ve Filistinli sol hareketlerle temaslarda bulunduk ve Lübnanlı Marksistlerle bağlarımızı güçlendirme şansı yakaladık.
Sistem Bitik, Gençliğin Öfkesi Büyük
Farklı ülkelerin bütün deneyimlerinde sınıfsal öfkenin patlamasına yol açan, bir anlamda bardağı taşıran son bir damla olmuştu. Lübnan’da da öyle oldu. Aynı zamanda Lübnan’ın en zengin kişisi olan Saad Hariri liderliğindeki hükümet, whatsapp kullanımından vergi almaya kalkınca 18 Ekim’de Beyrut’ta toplumsal öfke patladı.
Eylem çağrısına ilk etapta ancak onlarca kişi cevap vermiş ama 2016’daki çöp sorununa karşı başlayan eylem dalgasında öne çıkan sosyalist gençlik öğelerinin sahadaki öncülüğü sayesinde polislerin dağıttığı eylemciler protestoyu şehrin kalbinin attığı Hamra Caddesi’ne taşımışlar ve yüzlerden on binlere ulaşılması dakikalar içerisinde gerçekleşmiş. Eylemlerin sekizinci gününde Hariri liderliğindeki hükümet istifa etti, ama eylemler Lübnan’ın bütün şehirlerinde 50 gündür sürmekte. Ülkede okullar, devlet daireleri, bankalar ve üniversiteler iki hafta boyunca kapalı kaldı.
Şii-Sünni-Hıristiyan şeklinde kamplara ayrılmış herkesin silahlı olduğu Lübnan siyasetinde taşları yerinden oynatmak dünyanın herhangi bir yerinde olduğundan çok daha güç. Nitekim Hariri istifa etti, ama daha aylar boyunca kimse yeni hükümetin şekillenmesini beklemiyor ve sistem yerli yerinde. Sokaktaki gençlerin ağzında ve duvarlarda “hepsi defolsun” sloganları var ama çürümüş sistem ve politikacıların yerini kim alacak, nasıl alacak? Bu soruların cevapları belirginleşmedikçe Lübnan’daki protesto dalgasının durgunlaşması kaçınılmaz olacaktır. Nitekim biz oradayken eylemlerin çapının küçüldüğüne tanıklık ettik.
Toplumun din merkezli bölünmesine ve Lübnan’a yapılan yabancı müdahalelere tepki olarak Lübnan bayrağı eylemlerde öne çıkıyor. Ulusal bayrağın hem birleştirici hem de meşruluk sağlayıcı bir motif olduğu düşünülüyor, ama benzer saiklerle Irak’ta da karşımıza çıkan bu durum bir yandan da eylemcilerin radikalleşmek konusunda daha gitmesi gereken önemli bir mesafe olduğunu ortaya koyuyor.
Eylemcilerin ana damarını gençlik kitleleri oluşturuyor. Yeni kuşaklar kendilerini bekleyen geleceksizliğin, ülkede çevrilen dolapların ve yapılan yolsuzlukların gayet farkında. Dünyanın en pahalı ülkelerinden birisi olan Lübnan’da %35’lere varan işsizlik oranının olduğunu düşündüğümüzde geleceğe dair kaygıları ve biriken sınıfsal öfkeyi gayet iyi anlıyoruz. 4.5 milyonluk Lübnan’da 2 milyon Suriyeli, 500 bin Filistinli yaşıyor. Böylelikle nüfusun 6-7 milyon arasında olduğu tahmin ediliyor. Mülteciler sistem tarafından tıpkı Türkiye’de olduğu gibi ucuz işgücü ve günah keçisi olarak kullanılıyor. Kiralar pahalı, yaşam zor.
Sosyalizme Doğru Eğilim
Lübnan’da bizleri misafir eden yoldaşların başını Lübnan Komünist Partisi’nden (LKP) ayrılan gençlik liderleri çekiyor. Uzun ve bedellerle dolu geçmişi olan LKP’nin giderek ılımlılaşan ve inisiyatif almaya yanaşmayan çizgisinin onları yeni bir yapılanmaya gitmeye zorladığını belirtiyorlar. Şimdilik Değişim İsteyen Gençler (DİG) adıyla hareket ediyorlar ve eylemlerin başından beri önemli sayıda genci örgütlemişler. LKP ise yıllar içerisinde önemli ölçüde zayıflamış. LKP’nin ılımlılaştıkça mana ve heyecan kaybı yaşayıp zayıfladığını anlıyoruz.
Beyrut’un bankalar bölgesinde DİG ve LKP gençliğinin beraber organize ettiği protestoyu izledik. 45 gündür aralıksız düzenlenen ve son olarak sayıları 300-400 kişiye kadar düşen bu mitinglerde sol-sosyalist hava belirgin. Otomobillerin arka camlarındaki Che Guevera portreleri, duvarlara çizilmiş orak çekiçler, yumruklar ve kızıl renkteki pankartlar Arap alfabesini bilmeseniz de sol atmosferi sizlere bariz biçimde hissettiriyor. Mitingdekilerin büyük çoğunluğu 18-20 yaş ortalamasındaki ateşli gençlerden oluşuyor. Farklı inançlardan gelen gençler Lübnan’daki dini-sekter bölünmelerden ve topyekün sistemden rahatsızlar. Bu yeni kuşak sosyalist söylemin çekim alanına kapılmış. Sloganlar sınıfsal öfkeyi yansıtıyor; bankalar, vergi sistemi, gelir adaletsizliği, işsizlik ve sömürüyü hedef alan ateşli nutuklar şeklindeki sloganlar adeta bir eğitim çalışmasına dönüyor.
400 metre ilerideki daha ortalama olan miting ise daha çok konser havasında. Eylemlerin çapı küçülse de birbirine yakın bu iki eylem arasında gidip giden insanların sayısının binleri geçtiğini belirtelim. Bunun dışında şehrin farklı noktalarında eş zamanlı başka eylemler olsa da sistemin kalbi olan bankalar bölgesindeki eylemler, kurulan çadırları, pankartları ve duvar yazıları ile Lübnan’daki halk hareketinin nabzını tutan esas güç durumunda.
Lübnan’da gördüğümüz hemen her şeyin ateş pahası olduğuydu. Lübnan ekonomisinin belirgin bir üretim kapasitesi yok, turizm gelirleri de son 10-15 yıldaki karışıklıklardan ötürü büyük ölçüde kaybedilmiş. Ama hükümetin boşa harcamaları ve yolsuzlukların çok büyük olduğu herkesin dilinde. Hal böyle olunca Lübnan poundu değer kaybederken, enflasyon, faizler ve işsizlik başını yukarı kaldırıyor. Zaten iç savaşın bitiminden itibaren azgın neoliberal politikalarla birçok sosyal hakkı kaybeden Lübnanlı emekçiler giderek yoksullaşıyor. Düşünün Lübnan’da toplu taşıma diye bir kavram yok. Sahil şeridi özel şirketlere peşkeş çekilmiş ve halkın denize gireceği yer kalmamış; eğitim ve sağlık sistemi büyük ölçüde paralı. Sık sık elektrik ve su kesintileri yaşanıyor…
Bütün bunların yanında Şii-Sünni ve Hıristiyan siyasi elitler ülkenin kaymağını yiyor. Kamu kaynakları ve halkın hakları yağmalanmış. Beyrut’un zengin mahallelerindeki lüks yaşam Lübnan gibi küçük bir ülkede gözlerden kaçacak gibi değil. Buna karşın Beyrut’un dış mahallelerine gittiğinizde yoksulluğun her yerden aktığını görüyorsunuz.
Hizbullah’ın Rolü
Lübnan’daki sistem iç savaşa, dinler ayrışmasına ve İsrail işgalinin etkisine göre kurulmuş. İşte bu koşullar İran desteği ile birleşince Hizbullah’ı doğurmuş. İsrail’e karşı verilen ulusal mücadelenin liderliğini yaptığı için Hizbullah ve lideri Nasrallah’ın büyük prestiji var. Lübnan’ın hemen her köşesinde bölgenin hakim dinsel rengine uygun şekilde büyük pankartlar ve politik şahsiyetlerin resimleriyle karşılaşıyorsunuz. Şii bölgelerinde de tabi ki Hizbullah’ın mutlak hakimiyeti var. Suriye’de hayatını kaybeden Hizbullah milislerinin resimlerine hemen her sokakta rastlamak mümkün. Apartmanların içerisinde bile Nasrallah’ın portlerine rastladık. Bunun dışında İran’ın ağırlığını gösterecek şekilde Humeyni’nin posterleri Şii bölgelerinde boy gösteriyor.
Hizbullah halkın ayaklanmasına karşı başından beri son derece olumsuz bir tutum aldı ve eylemcileri “Amerika’nın maşası” olarak damgalamaya çalıştı. Bir anlamda Şii yoksul tabanının eylemlere kaymasını engellemek için işi başından itibaren sıkı tuttu. Nitekim Lübnanlı yoldaşlar milyonlarca yoksul emekçiyi kapsayan Şii mahallelerinin eylemlere katılması durumunda mücadelenin devrimci durum aşamasına evrileceğinde hemfikirler, ama Lübnan’daki statükonun en güçlü parçası olan Hizbullah’ın bu duruma izin vermediğin söyleyebiliriz.
Herkesin ağzında olan “Hepsi gitsin” sloganı aslında Hizbullah’ı da işaret ediyor. Diğer taraftan grafiti ve duvar yazılarında hükümete ortak olan Hariri, Berri, Cunbulat, Aun gibi burjuva politikacılar alaya alınıp teşhir edilirken protestocuları damgalamaya çalışan Nasrallah’a aynı şekilde davranılmadığı dikkat çekiyor. Bunda Hizbullah’ın prestiji ve gücü kadar dengeleri göz etme tavrı da etkili olmuş görünüyor. Hizbullah’a duyulan tepki daha çok insanların konuşmalarında karşımıza çıkıyor. Şii yoksul tabanı iyice ötekileştirmenin alemi olmadığı konusunda çoğunluk hemfikir. Bunun dışında bizlere söylenen Hizbullah’ın yolsuzluklara diğer partiler kadar bulaşmamış olması ve bunun da bir fark yaratıyor oluşuydu. Diğer taraftan yoldaşlar bizlere Hizbullah’tan da kopuşlar yaşayan ve sol siyasete gelen insanların olduğunu aktardılar. Hizbullah’ın bu kayışlardan hiç hoşlanmadığı ve Hizbullah’a bağlı kişilerin sola kayanlara tepkiyle yaklaştığı anlatılıyor.
Filistin Mülteci Kampları
Filistin solu içerisinde iyi tanınan DİG’li yoldaşlarla beraber Beyrut’taki Filistin mülteci kamplarından birini ziyaret etme şansımız oldu. Ziyaret ettiğimiz kamp küçük derme çatma evleri, daha çok tünele benzeyen daracık sokakları ile Beyrut içerisinde ayrı bir dünya izlenimi yaratıyordu. Yoldaşlar bu kampın diğerlerine göre 5 yıldızlı otel konforunda olduğunu söylediler ki bu kampta bile yoksulluk ziyadesiyle barizdi. Filistinli örgütlerin karargahları koşulların daha uygun olduğu bu kampta yer alıyor. Bizler de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) ve El Fetih merkezlerini ziyaret ettik. FHKC binasında liderleri Marwan Abdelal, Siyonizme karşı mücadelenin aslında bir dünya mücadelesi olduğunu anlattı. Bizler de siyonizme karşı mücadelede Filistin halkı ile dayanışma içerisinde olduğumuzu ve İsrail’i kesinlikle tanımadığımızı kendilerine ilettik. FHKC saflarında dünyanın birçok ülkesinden devrimcinin savaştığını ve şehit düştüğünü konuştuk. Bu arada Lübnan’da kalmayı tercih eden İranlı eski kuşak bir devrimci ile ayaküstü sohbet edebildik. FHKC temsilcisi eşliğinde kampı gezerken Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi karargahının önünden geçiyoruz ve kalaşnikoflu genç bir erkeğin nöbet tuttuğunu görüyoruz. Yine El Fetih binasına iki silahlı erkeğin arasından geçerek girdik. El Fetih temsilcisi Arjantin, Fransa ve Türkiye’den gelen biz sosyalist devrimcilere epey sol içerikli bir konuşma yaptı. Filistin’de Hamas ile anlaşıldığını ve Filistinlilerin özgür iradelerini gösterebilecekleri seçimlere gidilmesinden duyduğu heyecanı bize aktardı. Ardından FHKC’li bir devrimci bizi Beyrut’taki Filistinli direnişçilerin mezarlarına götürdü. Yüzlerce El Fetih ve FHKC savaşçısı bu sıkışık mezarda yan yana yatıyordu.
Filistinli mültecilerin durumu Lübnan’da diğer ülkelere göre çok daha kötü. Filistinlilerin iş bulmaları bile büyük kısıtlamalarla karşılanıyor. Mülteci doğup mülteci ölenlerin bir mezar bulması bile ciddi bir mesele. Öyle ki insanlar belirli zaman aralıkları ile üst üste gömülmek durumunda kalıyormuş. Aynı mezar taşında 5 ismin olduğunu görmek bizlere durumun vahametini gösterdi.
Nasırcılar
Beyrut’tan Sayda şehrine geçtiğimizde Nasırcı Halk Partisi’nin merkezini ve liderleri milletvekili Dr.Osman Maaruf Saad’ı ziyaret ettik. Yine bina girişinde partililerle beraber iki kaleşnikovlu genç erkek bizleri karşılıyor. NHP, ulusalcı sol içerikte bir parti. Sayda kentinde güçlüler ama diğer bölgelerde etkinlikleri bulunmuyor. Sayda’daki güçleriyle de Saad’ı meclise gönderebilmişler. NHP normalde İsrail’e karşı direniş bağlamında Hizbullah’ın müttefiki iken son halk hareketini destekledikleri için Hizbullah ile araları açılmış. Saad’ın babası 1976’da Sayda’da suikast sonuç hayatını kaybetmiş. Kalleş bombalar bu sefer 2006’da Saad’ın evindeki kardeşinin gözlerini, 6 yaşındaki yeğeninin ise canını almış. İsrail son 10 yıla kadar bu tarz suikastlere Lübnan’da çok sık başvuruyormuş, ama bir süredir bu tarz saldırılar kesilmiş. Dr.Saad Nasır’ın ölümünün ve SSCB’nin yıkılışının bu bölgedeki direnişi ne kadar zayıflattığını anlatıyor, biz de kibarca artık yeni bir çağda olduğumuzu ve sosyalist devrimlere, emekçilere ve gençliğe bel bağlamamız gerektiğini kendisine söylüyoruz.
Sonuç
Sonuç kısmında en önemli gördüğümüz kısımları nasıl toparlayabiliriz? Şöyle söyleyelim: Ortadoğu gençliği sistemden umudunu çoktan kaybetmiş, değişim istiyor. Hayattan beklentileri var ama bu sistem içerisinde karşılanması mümkün değil. Mısır’dan Lübnan’a, Irak’tan Fas’a, Cezayir’den İran’a manzara benzer.
Ama değişim için devrim gerekli, daha azı değil. Devrim için sosyalist devrimci partilere ihtiyacımız var. Gözlemlediğimiz kadarıyla Lübnan’da böyle bir devrimci partinin inşa edilmesi için koşullar oldukça müsait. Hem radikalleşen bir kuşak var, hem de devrimci inşa için kanallar açık. Sert bir coğrafyada sert olmak zorundasınız, ama Lübnan bir İran değil. Yani örgütlenmek için şartlar müsait.
Lübnan’da işlerin daha iyiye gitmesini beklemek için ortada bir neden yok. Tersine ekonomik kriz daha da derinleşecek, halk daha da yoksullaşacak. Burjuva politikacıların pisliği, yabancı müdahaleler ve dinsel kamplaşmalar sürüp gidecektir. Bu gidişatı bozabilecek olansa sosyalistlerden başkası değil. Lübnan’ı iyi bir gelecek bekliyorsa bu sadece ve sadece sosyalist alternatifin güçlenmesiyle söz konusu olabilir. Emekçi halkı birleştiren devrimcilerin kendi partilerini inşa etmeleri, bu yolda ileriye doğru atılmış dev bir adım olacaktır. Bizler bu yolda gerekli enternasyonalist emeği göstermeye devam edeceğiz.