Her ekonomik kriz sermaye açısından bir ayıklanma sürecidir de. Kimi şirketler batar, kimileri de neredeyse bedavaya onların birikimlerini bünyesine katarak daha da güçlenerek yoluna devam eder.
Liberalizm aksini söylese de kimin batıp kimin güçleneceği her zaman piyasanın görünmez elin tarafından belirlenmez. Yani akılcı yatırımlar yapıp yapmadığınız, talebe uygun hareket edip etmediğiniz, sağlam bir şirket yapısı oluşturup oluşturmadığınız krizden sağ çıkmanızın belirleyeni olmayabilir.
2008 krizinden sonra “batamayacak kadar büyük” kavramı ile çokça karşılaştık mesela. Sadece şirketler değil; İtalya gibi ülkeler için de kullanılan bir ifade batması durumunda ekonomiyi derinden etkileyecek büyüklükte bir şirket, devlet ekonomisinin kurtarılması için sihirli sözcük oldu. ABD’de bu ifadenin karşılığı Lehman Brothers ise bugün Almanya için Deutsche Bank ya da bütün bir AB ekonomisi düşünülünce İtalya’dır. Sözkonusu emekçiler ve hakları olunca “devlet ekonomiden elini çekecek” diyenler dara düştüğünde patronları kurtarmak için çırpınıp dururlar. Batının merkez bankaları sermayeleri karlarına kar katmaya devam etsin diye yıllarca piyasaya bedavaya para pompalayıp durmadı mı! Krizde sermayenin zayıf aktörlerinin ayıklanması, batığın tasfiye edilmesi krizden çıkışı kolaylaştırır. 2008 sonrasında dünya çapında engellenen bu süreç bir yanda zombi şirketler açığa çıkarıp diğer yanda da borç stokunu büyütüp kriz dinamiklerinin zamana yayılarak sürmesine hizmet etti. AKP de bugün aynı kafada.
Kapitalizmde iktidarlar her zaman patronlara çalışır. Sosyal demokratından aşırı sağcısına kadar her bir kapitalist iktidarın geri planında bu ilke vardır. 17 yılı aşkın AKP iktidarı da bu durumun bariz bir örneği. Ya ballı özelleştirmelerle (mesela devasa büyüklükteki bir Tüpraş’la), eğitimin-sağlığın-enerjinin özel şirketlere tamamen açılmasıyla Türkiye sermayesinin çapını doğrudan büyüterek ya da emeklilik yaşının artması, asgari ücretin giderek güdükleşmesi, grev yasakları gibi uygulamalarla işçi-patron arasındaki ilişkiyi patron çıkarına yeniden yapılandırarak.
2016’dan sonra ise iktidar, patronlardan yanalığını barizleştiren bir misyon daha yüklendi; batmakta olan şirketleri kurtararak zararı Hazine’nin, daha doğrusu vatandaşın sırtına yıkmak! Krizi ertelemek için ekonomiyi canlı tutmak adına ÖTV-KDV indirimleri, daha çok istihdam adına işçi ücret ve sigortalarının ödenmesi gibi uygulamalarla başlayan süreç artık batan şirketleri parayı bastırıp satın almaya uzandı. Teşvikler, vergi indirimleri, kamu bankaları eliyle ya da kamu zoruyla faiz indirimleriyle tüketimin teşviki bütün bir patron sınıfının yüzünü güldürürken artık iktidarın sağladığı nimetlerden yıllarca beslenip zenginleşen ama kamu desteği (satın alma, teşvik, ihale) yetersiz kalınca krizde ayazda kalan yandaş şirketlerin kurtarılmasına sıra geldi. Kurtarmanın binbir çeşidi var; kredi yapılandırma, batık projeleri satın almak ya da en ileri boyutta borçlarının bedelini ödeyip ortak olmak.
Şirket kurtarma sözkonusu olunca ilk karşımıza çıkan inşaat ve enerji şirketleri. Önemli enerji şirketleri 2018 yılında zaten borç yapılandırmasına gitmişti. Şimdi daha büyük bir liste daha büyük bir borçla karşımızda.
Sonuç mu: Bir yandan kamu bankalarının sırtına yüklenen borçlar nedeniyle kamu açığı artıyor, diğer yanda özel bankalar kredi yapılandırmaları konusunda zorla ikna edilse bu sefer de bu bankalar kredi musluklarını kısıyor.
İnşaat şirketleri içinse faizlerin enflasyonun altına çekilmesi yetmedi; batık projelerin satın alınması ile yandaşlara yeniden cansimidi atılıyor.
Ağustos’ta “Bazı Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi” ile Hazine’nin “Cumhurbaşkanı Kararı” ile yurt içindeki ve yurt dışındaki şirketlere ortak olması yasallaşmıştı. Sonrasında ilk adım Erdoğan’ın direktifleriyle yaşama geçen İstanbul’da inşa edilmeye çalışılan finans merkezinin batık projesine (İstanbul Finans Projesi), Varlık Fonu’ndan 1 milyar 670 milyon lira aktarılarak AKP döneminin yükselen inşaatçıları Ağaoğlu, YDA ve İntaş kurtarılmıştı. Varlık Fonu’nun 2019 ortasında borçlandığı 1 milyar euro’dan kalanlar yeni şirket kurtarmaları için kenarda bekletiliyor.
Dünya Bankası’nın 2018’de yayınladığı rapora göre dünyada 1990-2017 arasında kamudan en çok ihale alan ilk beş inşaat şirketinin 4’ü Türkiye’dendi. Kim olduklarını tahmin etmek zor değil: Cengiz, Limak, Kolin ve Kalyon. Toplamda kamu ihalelerinden aldıkları pay 150 milyar dolar olan bu dörtlünün Mapa ile birlikte yaptığı İstanbul Havalimanı işletmecisi İGA ortaklığı, mesela, 5 milyar euroluk borcunu yapılandıracak.
Bir de doğrudan bir borcu kapatılıp hisseleri alınan şirketler var. En son Erdoğan’ın avukatının ortağının sahip olduğu Simit Dünyası’nın Ziraat Bankası eliyle kurtarılması sözkonusuydu, kamuoyu tepkisiyle geri adım Erdoğan işaretiyle atıldı. Şimdilerde ise zaten 200 milyon dolarlık borcu yapılandırılmış olan Dünya Göz için aynı hikaye konuşuluyor.
İlk ortaya çıkışından beri Türkiye sermayesi devletin başındakilere yakınlıkla semirmişti; 2002 sonrasında sıra AKP yandaş sermayesindeydi. Ve bu destek sadece iyi günde ihalelerle, teşviklerle, arazi teminleriyle, özelleştirmelerle sınırlı değil; krizde de ayakta kalmaya çapı yetmediğinde de sürüyor.
Güçlü bir halk tepkisi dur diyene kadar!