Koronavirüs salgını dünya gündemine gireli 2 ay oldu. Şimdiye kadar menşe ülke olan Çin’de stabilizasyon sağlanmış olsa da dünyanın geri kalanında salgının boyutları giderek genişliyor. Türkiye’de ilk vakaya dair resmi açıklamadan sonra 1 hafta geride kalmış oldu. Artık vaka sayısı (tabii ki resmi rakamlara göre) yüzlerle ifade olunmaya başladı. Hayatını kaybedenlerin olduğunu da biliyoruz.
“Resmi rakamlar” vurgusunu yapıyoruz zira iktidar öyle güvenilmez bir durumda ki ilk vakanın açıklanmasından bugüne kadarki bütün resmi açıklamalar şüpheyle karşılandı. Şüphenin kaynağı, açıklamaların gerçek tabloyu eksik yansıttığına dair.
Böylesine dünyayı teyakkuza geçiren bir gündemde gerçeklerin gizlenmesinin altındaki neden olabilir? Siyasi karizmayı çizdirmemek, piyasalardaki çöküşü kontrol altında tutabilmek gibi sebeplerden başkası akla gelmiyor. Bu durum, konunun sınıfsallığına bir giriş olsun.
Herkesin Derdi Kendi Sınıfına
Salgının boyutlarının arttığının hissedilmesiyle birlikte geniş kesimler, hepsi de kendi sınıfsal çıkarları açısından beklentiler içine girdi.
Mesela bir yandan basında ve resmi makamlar tarafından “alışveriş merkezi gibi kalabalık mekânlardan uzak durun” şeklinde uyarılar yer alırken, öte yandan alışveriş merkezi sahiplerinin tek derdi “AVM’lere nasıl müşteri çekeriz” oluyor. Hafta sonu Habertürk canlı yayınında mikrofon uzatılan bir AVM müdürü, anlaştıkları özel hastaneden doktorların AVM’de koronavirüs paneli yapacağını ve korunma yollarını anlatacağını söyleyerek insanları davet ediyordu.
Tabii ki Alışveriş Merkezleri ve Yatırımcıları Derneği de bir yandan “kontrollü hizmete devam” başlığıyla bazı kararlar alırken, AVM’lerin daha az saatler açılmasını “tavsiye ettiklerini” söyleyerek üzerlerine düşeni yaptıkları görüntüsü vermeye çalıştı. Ama asıl dertlerini de belirtmeden geçemezlerdi tabii ki: “hizmetin hem hijyenik hem de kesintisiz devam etmesini sağlayacağız.”
Virüsün Sınıf Bilinci Yok Ama…
En azından burjuvazinin “virüs bilinci” var. Salgının Avrupa’ya yayılmasıyla birlikte daha çok gündeme girmesiyle burjuvazinin virüsten korunma hikâyelerini de duymaya başladık. Futbol yıldızı Cristiano Ronaldo’nun salgından korunmak için ada satın aldığı haberleri medyaya düşmüştü. Sonradan bu haberin yalan olduğu, okyanus manzaralı lüks evinde kaldığı iddia edilse de Ronaldo’nun kalabalıklarla temassızlık seviyesinin sıfıra indirilebildiği imkânlara sahip olduğu aşikâr.
Zenginlerin özel testler için doktor tutmaktan, doktoru da yanına alıp özel jeti ile salgın görülmeyen bölgelere kaçtıklarına dair medyada onlarca haber bulabilirsiniz. Erdoğan, emeklilere kolonya dağıtadursun (bknz: bir sonraki alt başlık), lüks özel jet kiralayan şirketler taleplere yetişemiyor.
İndependent Türkçe’nin aktardığına göre Luxury Aircraft Solutions isimli özel uçuş şirketinin yöneticisi Daniel Hirschhorn durumu şöyle özetlemiş: “Yeterli geliri olup da normalde özel uçuş kullanmayan pek çok insan, eski alışkanlıklarını devam ettirme konusunda endişe duyuyor. Bu nedenle talepler dolup taşıyor.” New York’tan Los Angeles’a uçuşun bedelinin ise yaklaşık olarak 25 bin ila 35 bin dolar olduğu söyleniyor. Yani yeteri kadar zenginseniz, eh biraz da elinizi çabuk tutarsanız, virüsten jet hızıyla kaçabilirsiniz!
Ama gelgelelim dünya genelinde milyonlarca yoksul insan için değil virüsten kaçmak, hastalandığı takdirde sağlık desteği almak bile bir lüks olabiliyor.
New York Times’da bir yazı kaleme alan Max Fisher ve Emma Bubola koronavirüsün eşitsizliği, eşitsizliğin ise salgının boyutlarını artırdığını vurguluyor: “Sonuç olarak, toplumun alt uçlarındaki insanlar yüzde 10 civarında kronik bir sağlık durumuna sahip olma eğilimindedir. Çin Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri’nin son verilerine göre, bu gibi koşullar koronavirüsü 10 kat daha ölümcül hale getirebilir. Birlikte ele alındıklarında bu iki istatistik, Kovid-19’un toplumların alt basamakları için yaklaşık iki kat daha ölümcül olabileceğini ileri sürmektedir.”
Sermayeye Kalkan, Emekçiye Kazık
Dönelim Türkiye’ye. 18 Mart günü Erdoğan’ın liderliğinde “Koronavirüsle Mücadele Eş Güdüm Toplantısı” düzenlendi ve bitiminde yine Erdoğan tarafından bir “Ekonomik İstikrar Kalkanı” paketi açıklandı. Ne paket ama!
Biraz uzun bir liste ama kalkanın gerçekte büyük sermayeyi, yani burjuvaziyi kurtarmaya yönelik olduğunu bir çırpıda okumak çarpıcı olacaktır:
Perakende, AVM, yiyecek-içecek, tekstil, etkinlik gibi sektörler için KDV ve SGK prim ödemeleri 6 ay süreyle ertelendi. İç havayolu taşımacılığında KDV oranı 3 ay süreyle %18’den %1’e indirildi. Otel patronlarının karşı çıkmasına rağmen bu yıl getirilen konaklama vergisi Kasım ayına kadar uygulanmayacak. Nakit akışı bozulan firmaların kredi ödemeleri 3 ay ötelendi ve gerektiğinde ilave finansman desteği sağlanacağı belirtildi. KOBİ’ler için Kredi Garanti Fonu 25 milyardan 50 milyar liraya çıkartıldı. İhracatçıya stok finansmanı desteği verilecek. İşverenlere yapılan asgari ücret desteği devam edecek. Türk Hava Yollarına “gereken” destek verilecek.
Orta sınıf ya da esnaf için sadece küçücük ve sınırlı önlemler alındığını görüyoruz:
İşlerinin olumsuz etkilendiğini beyan ederek talepte bulunan esnaf ve sanatkarların Halkbank’a olan kredi borçları 3 ay süreyle ertelendi. Bu madde dışında orta sınıf ya da esnaf için belirgin önlemler bulunmazken, büyük sermaye için getirilen önlemlerin sadece çok minimal düzeyde bu kesimler için uygulama bulacağını görebiliyoruz.
Emekçiye ise tek kelimeyle kazık atıldı. Emekçiler için pakette sahici önlemler yer almazken, tersine emekçi düşmanı girişimlerin pakete sızdırıldığını görüyoruz. Önce makyaj niyetine pakete konulan maddelere bakalım:
En düşük emekli maaşı 1.500 TL’ye yükseltildi (marifete bakın!). İhtiyaç sahibi ailelere 2 milyar ek kaynak (nasıl ve kime dağıtılacak?). Emeklilerin bayram ikramiyesi Nisan ayında ödenecek. 80 yaş üstünde olup tek başına yaşayanlar için sosyal hizmet. 65 yaş üstüne maske ve kolonya dağıtılacak (Allah razı olsun!). 76 yaş üzerindeki emekliler dilerse kamu bankaları maaşlarını eve götürecek. Huzurevlerindeki doktor sayısı artırılacak.
Madde olarak çok sayıda görünse de neredeyse hiçbir işe yaramayacak ve gerçekten makyajdan ibaret önlemlerin pakete popülizm kaygısıyla sokulduğunu söyleyebiliriz.
Şimdiyse işin en tehlikeli yanına gelelim. Sermayeye kalkan olan paketten işçi sınıfına yönelik yeni saldırılar çıktı:
- Mevzuattaki esnek ve uzaktan çalışma modelleri daha etkin hale getirilmesi temin edilecek.
- İstihdamdaki sürekliliği temin etmek amacıyla 2 aylık telafi çalışma süresi 4 aya çıkarılacak.
Birinci olarak neden sadece uzaktan çalışma modelleri gibi net tariflenmiş düzenlemeler yerine oraya “esnek” kavramının sokuşturulduğunu anlamak için sihirli küre okuyabilmek şart değil. AKP hükümetleri, sürekli şekilde çalışma yaşamını esnekleştirmek üzere adımlar attı. Esneklik deyince sanki işe yarar bir şeyden söz ediyormuş gibi görünebilir. Ama milyonlarca işçi için esnek çalışma demek iş güvencesine sahip olmamak, düzenli bir gelirden yoksun kalmak anlamına geliyor. Mesela hatırlarsınız, kiralık işçilik yasalara gireli çok olmadı. Kiralık işçilik, uluslararası kapitalizmin esnekleştirme adı altında işçi sınıfına yönelik en büyük saldırılarından birisiydi.
Telafi çalışma süresinin 2 aydan 4 aya çıkartılması ise uzun vadede işçileri vuracak bir düzenleme. Çalışma Süreleri Yönetmeliği’ne göre zorunlu nedenlerle işin durması durumunda çalışılmayan süreler sonradan günde 3’er saate dağıtılarak çalışma süresine eklenebiliyor. Yönetmelik her ne kadar toplam süre günde 11 saati geçemez dese de mevcut şartlarda ortalama günlük çalışma süresinin 10-11 saati bulduğu dikkate alınırsa, bu hükmün uygulanması işçilerin günde 14-15 saatler çalıştırılmasına pratik olarak yol açacak. İşçilerin olağanüstü sürece uyumlu bir şekilde talep ettikleri ücretli izin hakkını görmezden gelen hükümet, bu şekilde patronların çalışılmayan günlerin acısını işçilerden çıkarmasının önünü yasal olarak açmış oluyor.
Alın Size Burjuva İktidar!
Paul Blackledge, Marksist Tarih Kuramı Üzerine başlıklı kitabında Engels’in “burjuva devrimlerini, hangi etkin özneler tarafından gerçekleştirildiklerine bakarak değil, daha çok, ulaştıkları sonuçlara bakarak” tanımladığını söylüyor.
Erdoğan’ın kurmuş olduğu rejimin sınıfsal doğası üzerine tartışmalarda bazen Erdoğan’ın konumu kafa karıştırıcı olabiliyor. Ancak Erdoğan’ın yürüttüğü politik hattın doğurduğu sonuçlara bakarsak her defasında bir burjuva iktidarla karşı karşıya olduğumuz kendisini gösteriyor. Yani sermayenin iktidarı, patronların iktidarı.
Koronavirüs salgınına karşı ortaya koyduğu Ekonomik İstikrar “Kalkanı” paketi ile hükümetin salgını fırsat bilerek bir kez daha ve her zamanki gibi sermayeye kalkan olduğunu görüyoruz.
Salgın Günlerinde Sınıf Mücadelesi
Sınıf mücadelesi deyince insanın aklına kalabalık sahneler geliyor. Hoş, bugünlerde sokaklarda değil kalabalıklar, insan görmek bile zorlaştı.
Bir yandan bütün yetkililer, evden dışarı çıkan insan sayısını en aza indirmeye çalışıyor. Oysa öte yandan patronların en büyük arzusu, hâlâ işçileri doludizgin çalıştırmaya devam edebilmek. Olmadığında ise işten çıkartma, ücretsiz izin, ücretleri düşürme gibi saldırılara başvuruyorlar.
Şöyle orta halli bir kafe düşünelim. Mesela daha önce bizzat orada çalışan işçi arkadaşlarımızla yaptığımız bir hesaba göre ortalama 10 işçinin çalıştığı Kadıköy’deki bir meyhanenin -ki küçük bir işletme saymak gerekir- 2018’deki yıllık net kârı 780 bin TL olmuş. Şimdi bu patronun, 1 ay evde oturmak zorunda kaldığını düşünün. Sadece kârından 60-70 bin TL azalmış olacak. Ama bir de asgari ücretle çalışan işçinin bir ay maaş almadığını düşünün. Kira, borçlar, mutfak, faturalar… Hangisi neyle ödenecek?
Salgın eninde sonunda geçecek. Panik ve olağanüstü önlemler dönemi belki haftalarla, belki de en fazla birkaç ayla sınırlı olacak. Ama kapitalizm ve sömürü devam edecek. Hem de tam da hükümetin kalkan paketinde öngördüğü üzere patronlar, salgın dönemindeki kâr kayıplarının acısının işçilerin sırtından çıkartmaya çalışacak.
Öyleyse işçi sınıfı bir yandan salgınla mücadele ederken -ki işyerlerinde işçi sağlığı çoğunlukla hâlâ hiçe sayılıyor- öte yandan esas mücadelesini kapitalizme karşı vermek zorunda. Hem de bugünden başlayarak!
Bu vesileyle son olarak işçi sınıfının acil taleplerinden en başta gelenleri bir kez daha hatırlatalım:
1 – İşten atmalar yasaklansın! Çalışanlara ücretli izin!
2 – İşçilerin ve küçük esnafın kredi borçları ertelensin!
3 – Haneler için elektrik, doğalgaz ve su ücretsiz olsun!
4 – Özel hastaneler kamulaştırılsın, hastane patronlarına servet akışı kesilsin!