Neo-Osmanlıcılık nasıl tarif edilir? Sultanlık, halifelik ve fetihçilik… Sultanlık, bugün Türkiye’de bir çeşit tek adam rejimi demek. Bu yüzden “Erdoğan’ın halefi hanedan içerisinden olur, Soylu da uygun zamanda tasfiye edilir” demiştik, zira sultanlık bunu gerektirir. Sultanlık aynı zamanda hukukun “büyük ölçüde” rafa kalkmasını ve demokratik hakların “büyük ölçüde” geriletilmesini de gerektirir. Büyük ölçülerde deyip tırnak içerisine alıyoruz, çünkü tüm baskılara rağmen toplumsal muhalefetin beli kırılabilmiş değil, yani ortada sultan için dikensiz bir gül bahçesi yok. Ama yine de krallara layık bir keyfiyet ve sınırlı-güdümlü bir zorbalık var.
Halifelik sultanın bir ünvanı. Dikkat ederseniz tek adam rejimi, meşruluğunun bir kısmını seçimlerle vuku bulan “milli irade”ye yaslasa da bir kısmını “göklerden gelen bir karar”da buluyor. İlahi referanslar İslamcı vurgularla birleşiyor. Gerçi muhafazakar toplum mühendisliği pek sonuç vermedi, hatta belirli ölçülerde ters tepti, ama çabalar bitmiş değil. Halifelik aynı zamanda tüm İslam aleminin liderliği demek. İşte bu noktada fetihçilik başlıyor. Tüm dünyanın engellemeye çalıştığı “büyük Türkiye” hikayesi, Neo Osmanlıcı söylemin merkezi durumunda. Bu söylemin inandırıcılığı için fetihçiliğin başarı öykülerine ihtiyacı var.
Suriye’de Fetihçilik
Şu anda Kuzey Suriye’de 4 bölge TSK ve güdümündeki silahlı grupların elinde.
1) İdlib
2) Afrin
3) Azaz – Cerablus hattı
4) Tel Abyad – Serakaniye hattı
Dışişleri eski bakanı Davutoğlu’nun “komşularla sıfır sorun” çizgisinden “Türkiye’nin mevcut sınırlara sığmadığı” çizgisine kayması, AKP’nin Ortadoğu’da yeni fırsatlar görmesiyle alakalıdır. Ortadoğu’daki çalkantılar yeni imkanlar demekti ve özellikle komşu Suriye can çekişiyordu. Fırsatçı karakter derhal gün yüzüne çıktı: “Bu kadim Osmanlı toprağında olan bitene gözlerimizi yumamayız” falan filan…
Aralanan kapılardan girildi. Esad rejiminin devrilememesi, bir fiyaskoydu; ama AKP zaman geçtikçe ortaya çıkan yeni fırsatları “değerlendirdi”. Zamanla sahipsiz ve parasız kalan ÖSO milisleri paralı askerler olarak devşirildi ve TSK’nın silahlı birimine dönüştü. ABD’nin bölgede ağırlık azaltması ve Rusya ile kurulan ittifak yeni kapılar açtı ve nihayetinde Suriye’den büyükçe bir lokma koparmak için şartlar olgunlaştı.
Bunun için belirleyici savaş geçtiğimiz şubat ayı ve mart başında İdlib‘de verilmiş olabilir. Rusya ile gırtlak gırtlağa gelme pahasına, büyük kayıplar verme pahasına Şam’ın İdlib’i kurtarması engellendi. Putin-Erdoğan arasında imzalanan Moskova Anlaşması birçok kırılgan noktaya sahip; ama bu saatten sonra Suriye’nin İdlib’e topyekün yüklenmesi şu şartlar dahilinde oldukça zor. TSK İdlib’e o kadar yığınak yaptı ki Putin büyük risk almak yerine en uygun zaman için uzun bir süre beklemeye karar verebilir. Bu durum ABD’nin de işine geliyor; çünkü onlar da Suriye’de işgal altında tuttuğu alanlarda bu sayede rahat olabilecekler. Böylelikle bölünmüş bir Suriye tablosu belirginleşiyor ve bu bölünme kalıcı olma emareleri gösteriyor. Şam açısından İdlib kurtarılmadığı sürece diğer bölgeler hepten hayal.
Fetihçi AKP siyasetinin en önemli boyutlarından biri de Kürt ulusal hareketi ile ilgili. Irak’ta Kandil bölgesine kadar noktasal drone saldırıları düzenleyebilen TSK bu konudaki gücünü İdlib’de de göstermişti. Teknolojik imkanları çok iyi kullanan TSK, askeri dengeleri büyük oranda kendi lehine çevirmiş durumda. Nitekim Rojava’da da Kürt halkının ulusal özlemleri büyük ölçüde darbelendi. Kendi deneyimini ortaya koyacak, doğu batı doğrultusundaki Rojava kemeri artık hayal gibi. Afrin ve Serakaniye-Tel Abyad hattını AKP güdümlü ÖSO’ya kaybeden, Kobani ve Kamışlo bölgesini ancak Rusya’nın araya girmesi ve Şam’a verilen tavizlerle kurtaran SDF, ABD’ye bağımlı durumda. IŞİD’e karşı savaşırken Batı’da göklere çıkarılan SDF, işler kızıştığında bir anda yalnız bırakılıverdi. Şam için hayati önemdeki petrol bölgelerini ABD adına SDF elinde tutuyor. Parasızlıktan Şam’ın beli büküldü, AKP cephesi bu durumdan da memnun. SDF’ye giden ABD silahları ve petrol parasını, şimdilik, dert edecek durumda değiller. Çünkü, Suriye sahasında dengeler terse döndü, bu sefer Rusya’yı dengelemek için ABD’ye ihtiyaç var. Kısacası Suriye sahasındaki mevcut kilitlenme AKP’nin işine gelecektir.
Libya’da Fetihçilik
İştah kabartan petrol zenginliği ve doğu Akdeniz enerji havzasında karlı anlaşmalar için yarattığı imkanlarla Libya AKP için büyük bir fırsat. Buradaki fetihçilik girişimi, aslına bakarsanız daha çarpıcı. Bir defa söz konusu olan deniz aşırı bir askeri müdahale. Tamam yine çok uygun bir dönem ve müdahale için ortam son derece müsait. ABD Kaddafi’yi öldürüp rejimi devirdi ama ortalıkta yok. ABD olmayınca lidersiz kalan Avrupa da asla girişken ve maceracı değil. Ayrıca bölünmüş durumdalar. Fransa Bingazi destekli Hafter’den, İtalya ise Türkiye gibi Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti’nden (UMH) yana, ama sahada askerleri yok. Bu durumda iç savaş sahası Türkiye, Rusya, Mısır ve BAE’ye kalmış durumda. Rusya da çok dolaylı ve ikircikli biçimde sahada. Libya iç savaşında kimsenin kayda değer güvenilir yerel saha elemanı yok. Kimse de kendi ordusunu sahaya sürmeye niyetli değil. Bütün kuvvetler çatışmalara paralı askerleri sürüyor, ama paralı askerler içerisinde hiçbiri ÖSO gibi kalabalık ve savaşta pişmiş değil. Şimdiye kadar 9600 maaşlı ÖSO militanı Suriye’den Libya’ya taşındı, Suriye İnsan Hakları Gözlemevi‘ne göre bunların 300’den fazlası çatışmalarda hayatını kaybetti. AKP Suriye’de olduğu gibi Libya’da da ön cepheye bu militanları sürüyor. Bu aynı zamanda AKP’nin Suriye’de ne kadar rahat olduğunun da bir göstergesi.
AKP’nin Libya’ya müdahalesi ile Libya’da güçler dengesi epey değişti. ÖSO, Trablus merkezli İslamcı militanlarla birlikte Trablus’u sıkıştıran Hafter birliklerini püskürtüp karşı taarruza geçti. Trablus merkezi Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) bu sayede Trablus’un güvenliğini sağladığı gibi Trablus’un batısındaki kıyı şeridini de ele geçirmiş durumda. Bu ilerlemeleri mümkün kılan ise bir kez daha TSK droneları oldu. Hafter’in elindeki BAE’nin gönderdiği askeri ekipmanların havadan yıkım görüntüleri sürekli medyaya servis ediliyor. Bunun dışında TSK’nın askeri uzmanları sahada. Geçtiğimiz aylarda memleketlerinde gizlice gömülen TSK subayları ve MİT mensuplarının haberleri Türkiye’de epey ses getirmişti. Uzatmayalım, Hafter ve müttefikleri çaresiz durumda görünüyor. Suriye’den gelen 8 Rus savaş uçağının ve bununla ilintili olarak Hafter’in bir yetkilisinin “büyük bir hava saldırısı” tehdidinin haberleri basına yansısa da buna cevap olarak TSK’nın F-16’larla Libya’da saldırıya geçmesi şu ortamda gayet mümkün. Trablus merkezli UMH’nin ilerlemesinden en çok rahatsızlık duyan Sisi el yükseltmeyi düşünecektir, ama bu saatten sonra fazla seçeneğe sahip mi orası epey tartışmalı. BAE’den gelen Pantsir hava savunma sistemlerinin TSK droneları karşısında etkisiz kaldığı görüldü. Bundan başka Mısır Hafter birliklerine ne verebilir? Bu saatten sonra umabilecekleri en iyi senaryo Rusya’nın ağırlığını arttırması ve bölünmüş bir Libya seçeneği üzerinden sağlanacak bir uzlaşma olabilir. Ama bu durumda da BM’nin meşru hükümet olarak tanıdığı UMH’nin yaptığı anlaşmalar AKP’nin fetihçi çizgisinin kuzey Afrika’ya kazık çakması anlamına gelecektir.
Görüldüğü gibi objektif bir değerlendirme, AKP’nin fetihçi çizgisinin mevcut bölge şartlarında Ortadoğu’da kendisine yer açtığını gösteriyor. Peki, bu yer sağlam mı? Kanımca uluslararası dengeler AKP için oldukça elverişli, esas sıkıntı içeriden kaynaklanıyor: Ekonomik kriz ve toplumsal muhalefet. Ülkenin en az yarısı AKP’den zerre hazzetmiyor ve dahası AKP azar azar zemin kaybediyor. Bu fetihçi-alt emperyalist siyaset “başarılı” olsa da AKP’nin toplumsal desteğinde bir artış olmuyor. AKP ülkeyi o kadar kutuplaştırdı ki RTE’nin alt-emperyalist “başarıları” kendi destek tabanı dışında pek az ilgi çekiyor.
AKP iktidarda kaldığı sürece bu neo-Osmanlı yayılma siyasetinden vazgeçecek değil. Gelgelelim ekonomik durum felaket. Askeri harcamalara giden kaynaklar zayıf ekonomi üzerinde yük oluşturuyor. Libya’dan gelecek petrol paraları ise çantada keklik değil ve bugün yarın gelecek şeyler hiç değil. Neticede Türkiye’de emekçilerden alınan yüksek vergiler ve ucuz işçilikten elde edilenler bu uğurda harcanıyor. Dolayısıyla bu fetihçi çizgi işçi sınıfının düşmanıdır. Tutarlı anti emperyalizm bu saldırganlığa karşı çıkmayı gerektirir.