Kadınlar, dünyanın her yerinden ses veriyor. Neoliberalizme karşı ayaklanmış olan Şili’de, kadınların 25 Kasım’da yaptığı performans Las Tesis dünyanın pek çok ülkesinde sokaklarda yeniden ve yeniden yapılıyor. Eşitsizliklerin, eve kapatılmanın, taciz ve tecavüzün, derinleşen kadın işsizliğinin, şiddetin, cinsiyetçiliğin yarattığı bu isyan kendini farklı kıtalarda gösteriyor. Latin Amerika’nın neoliberalizm laboratuvarı olan Şili tüm dünyaya ilham oldu. Lübnan, Irak, Sudan, Fransa, Haiti, Kolombiya ve Ekvador hala sınıf mücadelesinin bu yeni ve umut veren dalgası ile sarsılırken kadınlar da bu yükselişin içinde kendilerini ifade ediyor.
Neoliberalizmin 2008 krizi sonrasında birçok ülkede sağ siyasetçiler, emekçilere karşı saldırgan sermaye programları ve cinsiyetçi ideolojileriyle iktidara geldiler. Bu aşırı sağcı iktidarlar, temelinde aşırı sömürü ve derin toplumsal eşitsizliklerin taraftarı olduğundan, aynı zamanda da en fanatik kadın düşmanları. Aşırı sağcıların iktidarda olmadığı ülkelerde de aynı politik ve toplumsal program, biraz daha şirin bir vitrinle pazarlansa da yarattığı toplumsal sonuçlar aynı. Dünya genelinde kadınların daha fazla toplumsal yaşama dahil olduğu, üniversiteye ve çalışma yaşamına katıldığı bir dönemde kapitalistlerin topluma dayattıklarıyla kadınların özgür ve eşit bir yaşam arayışı uyuşmuyor. Yeni bir kadın hareketinin temellendiği nokta aslında burası.
“Suç bende değil” diyen belki de on binlerce kadın farklı ülkelerde Las Tesis performansına katıldı. Türkiye dışında hiçbir yerde polis saldırısı gerçekleşmedi. Türkiye özelinde kadın mücadelesinin, rejimle derin çelişkileri açığa vurması ve çok büyük meşruiyet sahibi olması bakımından ciddi bir kitle potansiyeli taşıdığını çeşitli defalar somut örnekleriyle gördük. Kadın cinayetlerinde polisin açık açık ön açması, yasaların uygulanmayarak kadınların eve geri gönderilmesi, kamuoyu desteğinin olmadığı davalarda katillerin aklanması, hakimlerin her fırsatta ‘tahrik indirimi’ ve ‘iyi hal’ indirimlerine başvurması… AKP rejiminin karakteri, yasal olarak kağıt üzerinde görünenle değil; kadın düşmanı bu kabarık sabıka kaydından anlaşılabilir. Şule’nin müebbet alan katili, toplum sahip çıkmasan şu an serbest dolaşıyor olacaktı. Tam 23 kere suç duyurusunda bulunmasına rağmen Ayşe Tuba Arslan korunmadığı için katledildi. Koruma kararı alabilen kadınlar ise çantalarında koruma kararıyla öldürülüyor. AKP rejiminin kadın düşmanı karakteri doğrudan yargının, polisin ve bakanlıkların fiili işleyişiyle mümkün kılınıyor. Çünkü AKP rejimi kadınların bağımsız ve özgür bir yaşam kurmasından nefret ederken bunu aynı zamanda kadınları yoksulluk, işsizlik, muhafazakar baskı ve devlet engellemesi ile dört bir yandan sararak yapıyor. Yoksul kadınların gidecek bir kapısı, ayakta kalacak bir geliri ve hiçbir sosyal hakkı bulunmuyor. Yargı ve emniyetten cesaret alan failler durmuyor. Bu durum iyice perçinlensin ve boşanma fikri kadınların aklına bile gelmesin diye nafaka hakkına bile el uzatılıyor. Ve kadınlar Las Tesis’le “suç bende değil” dediklerinde ve “yargıçlar, polis, devlet ve başkan” diyerek kadınların öfkesini yönelttikleri yerde karşılarında polis şiddetini buluyor. İçişleri Bakanı, açıkça kadınların rejimi hedef gösterdiği için polis saldırısına maruz kaldığını söylediği bir yerde korkunun kaynağı da itiraf edilmiş oluyor. Evet, AKP’nin ses çıkaran, isyan eden kadınlara hiç tahammülü yok ama aslında sorun iktidar açısından daha büyük.
Türkiye toplumu, toplumsal bir patlamanın objektif koşullarının olgunlaştığı bir evreden geçiyor. Yoksulluğa bağlı olarak intiharlar artıyor. İşçiler grev ve iş yeri eylemleriyle kıpırdanıyor. Bu olgunlaşmanın ayaklarından biri de kadın isyanı. Rejimin kadın düşmanlığı, kadınların sorunlarının korkunç bir noktaya gelmesi, bu potansiyel patlamanın kadın mücadelesi açısından da hazırlıklı olunması gereken talepler ve araçlar oluşturmasını acil biçimde dayatıyor. Can yakıcı gündemlere anlık tepki vermenin ötesine geçerek toplumsallaştırma başarısını gösterdiğimiz talepleri kazanmak için istikrarlı şekilde mücadele eden kitlesel bir mücadele yaratmamız çok önemli. Kadın mücadelesini sokaktaki cesarete ek olarak, sınıfın mücadele araçlarının yaptırım gücü ile donatmamız gerekiyor. Protesto etmenin bir adım ötesine geçmemiz gerekiyor. Emekçi ve yoksul kadınların taleplerini (kreş, işsizlik, güvencesiz çalışma) güçlü bir şekilde bu isyana katmamız gerekiyor ki kadın düşmanı rejimin karşısına, kadın hareketinin şu an hitap ettiği sosyolojiden daha geniş ve kadın sorununu çok derinden yaşayan kadınları da mücadeleye kazanabilelim. AKP rejimi gibi bir rejimle mücadele edeceksek bu güce dayanmak dışında bir alternatifimiz yok.
İşte o zaman, şu an neoliberalizmin krizi içinde debelenen dünyada kadınların ve emekçilerin isyanının birleştiği gerçek bir toplumsallaşma öyküsü yaratabiliriz. Türkiye’deki egemenlerin korktukları asıl tehlike budur. Her fırsatta ölen, tecavüze uğrayan, şiddete uğraya kadında “suç” arayan kadın düşmanları kadınların cesaretinden nefret ediyor. Kadınların “suç bende değil” diyerek karşılarına dikilmelerinden daha fazlasını yapacağız. Kadınları devrimci mücadeleye kazanacağız. Ve işe, kadın katillerini, patronları, yandaşlarını Aklayan AKP yargısını hedefe koyarak başlayacağız. Kadınları mahkeme kapılarında, karakollarda ölüme terk etmenize müsaade etmeyeceğiz. Ama orada duracak değiliz. Kadınlar eşitsizliklerde dolu dünyada, devrimci bir tarihsel hesaplaşmada karşınıza dikilecek.