Kapitalistler yaklaşık 50 yıldır neoliberal politikalarla sosyal hakları sistemli bir şekilde budayarak; bugün korona virüs salgınıyla ne denli önemli olduğu bir kez daha anlaşılan kamusal sağlık hizmeti gibi temel insani hakları serbest piyasanın kar hırsına terk ediyorlardı.
Korona virüsü salgınıyla birlikte İtalya başta olmak üzere birçok ülkede sağlık sistemleri sapır sapır dökülüyor. İtalya’da sağlık çalışanlarından II. Dünya Savaşı’ndan bu yana sağlık sisteminin en yoğun zamanlarının yaşandığı aktarımları yapılıyor. Geçtiğimiz günlerde İtalya’da korona virüsünden kaynaklı olarak bir günde 250 kişi yaşamını yitirmişti. Öte yandan aşırı yoğunluktan ötürü doktorların hasta ayrımına gittiği ve durumları kritik olan yaşlı hastaları ölüme terk etmeye başladığı ortaya çıkmıştı.
Bergamo Belediye Bakanı Giorgio Gori twitterdan şu açıklamayı yapmıştı: “Vakaların artış hızının yavaşladığı görülüyor, fakat bu sadece yoğun bakım ünitelerinde yatak kalmamasından dolayı… Tedavi edilemeyen hastalar ölüme terk ediliyor.”
Ülkenin görece zengin ve endüstrileşmiş, sağlık imkanlarının daha gelişmiş olduğu kuzey bölgesinde durum buyken; ekonomik olarak ve sağlık imkanları açısından daha geri olan güney bölgelerinde benzeri bir yoğunluğun yaşanması halinde durumun daha da kötü bir şekilde yaşanabileceğinden korkuluyor.
Ne güzel değil mi? Yıllarca alınteri dökerek sistemi ayakta tutuyorsunuz, maaşlarınızdan yüklü sağlık kesintileri yapılıyor ve en kritik anda kaderinizle başbaşa kalıyorsunuz. Bu durum ve İtalya örneğini başka Avrupa ülkelerinin izleyebileceği endişesi Avrupa’da sağlık sistemlerini tartışmaya açıyor. Almanya’da Merkel nüfusun % 70’inin korona virüsünden etkilenebileceğini açıklarken, İngiltere virüsün yayılmasının önüne geçmeyerek sürü bağışıklığı yoluyla sorunun çözülüp çözülemeyeceğini tartışıyor.
Aşağıdaki tabloya bakıldığında durumun neden kritik olduğu daha net anlaşılabilir. Rakamlar belirtilen ülkelerde her 100.000 kişi için varolan yoğun bakım yatağı sayılarını gösteriyor. Avrupa’da en iyi durumdaki Almanya’da bile bu sayı her 100.000 kişi için 29.2! Merkel nüfusun % 70’inin (yaklaşık 58 milyona tekabül ediyor.) hastalanabileceğini söylerken şunu eklemeyi unutmuyor: “Sağlık sistemine fazla yüklenmeyerek virüsün yayılmasını önlemeye odaklanmalıyız. Zaman kazanmalıyız.” Neden? O da sağlık sisteminin İtalya’da olduğu gibi çökeceğini biliyor.
Bu yüzden İngiltere’de korona virüsün zaman içinde nüfus büyük kısmına bulaşmasına ve böylece halkın “sürü bağışıklığı” kazanmasına yönelik uçuk öneriler egemen sınıflar tarafından baştacı ediliyor. Boris Johnson hükümeti halkın sağlık sistemine aşırı yüklenmesinin önüne geçmek için böyle bir kumar oynamayı makul görüyor! Tam da Malthus’un ruhunu şad edecek bir yaklaşım! Hükümetin atacağı bu adımın 66 milyonluk ülkede nüfusun % 80’ine virüs bulaşmasına yol açacağı, yaklaşık 500.000 kişinin ölümüyle sonuçlanacağı senaryoları dile getiriliyor. İngiltere’de 200’den fazla bilim insanı bu politikaya itirazlarını yükselterek bir açık mektup yayınladılar.
Fransa’da da benzeri şekilde sağlık sistemi uzun süredir önemli bir tartışma konusu. Neoliberal reformları uygulama konusunda geçtiğimiz yıllarda sert adımlar atan, ancak attığı her adım emekçilerin önüne koyduğu bariyere takılan Macron döneminde sağlık sistemi birçok saldırıya maruz kaldı. Aralık ayında 660 doktor bir mektup yayınlayarak Fransa’da kamu hastanelerinin öldüğünü dile getirmişlerdi. Sebepleri ise açık: Sosyal kesintiler, yetersiz personel, fiziksel koşullar… Sağlık emekçileri geçtiğimiz yıl Mart ayından başlayarak 2020 başına kadar yoğun grevlere imza atmışlardı.
Medyada da sağlık sisteminin yaşadığı çöküş şu şekilde dile getiriliyor: “Acil olmayan (planlı) ameliyatları ertelemek sorun değil kuşkusuz. Ama kardiyoloji, kanser terapisi ve uzun süreli tedavilere ayrılan yataklara da büyük olasılıkla el konacaktır. … Covid-19 dışında bir hastalığı olan çok sayıda hastanın tedavi şansının azaldığını söylemek zorundayız maalesef. … Çünkü ilerlemiş hastalıklarda tedavinin gecikmesi hastanın sağ kalma ihtimalini de düşürüyor. Burada öncelik belirlemek oldukça müşkül bir iş. Bu krizle birlikte hastane sistemimiz daha da zayıflıyor.”
Kapitalizmin kriz çözme yeteneğinin ne denli zayıf olduğu böylesi durumlarda daha açık bir şekilde kendisini gösteriyor. Birçok ülke korona virüse karşı askeri-otoriter önlemleri devreye sokmaya hazırlanıyor. Otoriter sağ yönetimler için korona virüs aynı zamanda olağanüstü tedbirlerle sokakları kontrol altına almanın da bir gerekçesi. Öte yandan tıpkı 2008 krizinde olduğu gibi şimdiden devletler korona virüsü felaketinden olumsuz etkilenen şirketleri kurtarma yarışına giriyorlar. Geçtiğimiz günlerde olası bir çöküş senaryosunun önüne geçmek için Avrupa Merkez Bankası 120 milyar euroluk bir destek paketi açıkladı. Krizin en çok hissedildiği İtalya’da da Guiseppe Conti 25 milyar euro ile bu kervana katıldı.
Görünen o ki egemenler yıllarca emekçilerden çaldıklarını yine kapitalistlere aktaracak ve milyonlarca insanın sağlığını tehdit eden felakete çözüm bulmak yerine krize giren ekonomiyi ayağa kaldırmanın yollarına bakacak. Neoliberal kapitalizmin hemen her krizde yaratabildiği tek çözüm bu!
Korona virüs bize sistemin ne kadar büyük çelişkilerle yüklü olduğunu bir kez daha hatırlattı. Kapitalist sistemin toplum ve doğa üzerinde yarattığı tahribatın bütün yükü dönüp dolaşıp emekçi sınıfların sırtına yükleniyor. Cristiano Ronaldo kendine ada satın alıp korunaklı bir şekilde yaşayabilir, bir avuç kapitalist özel jetleriyle korunaklı sığınaklarına çekilerek bu krizin de geçmesini yıllarca bekleyebilir. Fakat dünya üzerindeki milyarlarca yoksul emekçi için başka bir seçenek yok. Rosa Luksemburg’un 20. yüzyılın başında hatırlattığı gibi ya sosyalizm ya da barbarlık ikilemiyle artık daha sık yüzleşeceğiz.
Sosyal devlet uygulamaları elbette krizin hafifletilmesi için bir seçenek olabilir ve her halükarda sağlık gibi temel insani hakların kapitalist kar hırsından arındırılması ve herkese parasız olacak şekilde sağlanması için mücadele etmeliyiz. Ancak kapitalizmin çelişkileri bu sosyal reformlarla tamir edilemeyecek kadar derinde yatıyor. Sınırsız ve fütursuz talan insanlığı ve üzerinde yaşadığımız yer küreyi kaçınılmaz bir yıkıma hızlı bir şekilde sürüklüyor. Bunu telafi edebilmenin yolu ise yıkımı tersine çevirip, zenginliği herkes için adaletli bir şekilde dağıtacak; sermayeyi değil insan sağlığını ön plana alacak eşitlikçi bir düzenin inşasında yatıyor. Bunu sağlayabilecek tek seçenek sosyalizmdir.