Avrupa Bildirgesi

  • Troyka tarafından yönetilen Avrupa emperyalist blokunda Avrupa halkları ve işçileri her ülkede farklılaşan bir boyutta yaşanan siyasi, sosyal, kültürel ve demokratik bir krizden mustariptir. Bu krize dair bazı temel tespitleri şu şekilde özetleyebiliriz:
  • 2008 yılında başlayan kriz somut ve istikrarlı bir çözümle sonuçlanmadı. Bu krizin süregelen finansal krizin açtığı çatlaklarla yeniden tekrarlanabileceği görülmektedir.
  • Toplumsal koşullar açısından konuyu ele almak gerekirse: son on yıl, gerici iş reformlarının dikte edildiği, paçavra sözleşmelerle uzatılan güvencesiz çalışmanın yayıldığı, özelleştirmelerin yaygınlaştığı ve işçilerin tarihsel kazanımlarının yok edildiği yıllar oldu.
  • Çalışma koşulları özellikle gençler, göçmenler ve kadınlar için kötü. İşsizlik toplumsal bir dram olmaya devam ediyor. Genç işsizliği çok yüksek oranlarda seyretmeye devam etmektedir.  
  • Krize getirilen sözde çözüm, büyük çoğunluk için yaşamsal giderlerin artması, sosyal devletin zayıflaması, özelleştirmelerin yaygınlaşması, sosyal barınmada ve ulaşımda ciddi sorunlar, sağlık ve eğitimde kesintiler, emeklilik krizi, düşük ücretler ve Brüksel tarafından yönetilen kesinti paketleri anlamına geliyordu.
  • Bu sürecin bazı yıkıcı toplumsal sonuçları şunlar oldu: Her 4 Avrupalı çocuktan 1’i, yani 16 yaşın altındakilerden %24,4’ü yoksul. Neredeyse bütün üye devletlerde zengin ve fakir arasındaki fark açıldı; nüfusun en yüksek gelire sahip %20’si, en düşük gelire sahip %20’sine göre 5 kat daha fazla zenginleşti.
  • Hem kamusal hem de özel borçların GSMH içerisindeki payı çok büyük bir yüzdeye ulaştı: altyapı, eğitim, sağlık ve diğer sosyal alanlar ve büyüme getiren alanlardan kaynakların çekilmesine neden oldu.
  • Öte yandan, bankalar ve büyük şirketler devasa kârlar elde ettiler. Devletler, toplumsal olarak üretilen zenginlikleri, milyonlarca Euro’yu bir avuç kapitaliste şirketlerini kurtarmaları için hediye etti.
  • AB’nin ekonomik problemleri hafifletmek üzere tartışıp krize karşı uygulamaya koyduğu kesinti paketleri, her zamanki gibi aynı kapitalist mantığı izledi ve sonucunda işçilere sadece daha fazla yoksulluk ve zorluk getirdi.
  • AB egemenlerinin Afrika ve Ortadoğu ülkelerindeki açlıktan, savaştan ya da baskıdan kaçan yüz binlerce insana verdikleri cevap, onları denizlerde boğulmaya terk etmek ve en temel insan haklarını yok sayarak mültecileri acınacak durumda olan anavatanlarına ya da üçüncü ülkelere geri göndermek oldu. Akdeniz krizi, sözde “ileri demokrasilerin” iflasının bir göstergesi olmuştur. Yabancı düşmanı hükümetler göçü durdurmak için duvarlar inşa etmekte, sınırlara teller çekmektedir.
  • Aşırı sağ acınası bir sahtekârlıkla, Avrupalıların hali hazırda mustarip olduğu toplumsal sorunların sorumluluğunu kapitalizmin yarattığı felaketlere değil de göçmenlerin varlığına yüklüyor. Bu, işçi sınıfı ve örgütlerinin varlığına yönelik ciddi bir tehdittir.
  • Fransa’da sürekli olarak Macron’un karşısına çıkan “Sarı Yelekliler”, AB ve hükümetlerinin neden olduğu sorunlara karşı savaşmak üzere ortaya çıkan toplumsal bir mücadeledir. AB egemenleri Sarı Yelekliler eylemleri nedeniyle baskı altında, çünkü benzer eylemler Belçika, İtalya ve Kuzey Afrika gibi bazı ülkelerde şimdiden ortaya çıktı. Ve bu, burjuva Avrupa’nın her ne pahasına olursa olsun engellemek istediği bir tehdit. Sarı Yelekliler, işçi sınıfının dünya çapında radikalleşmesinin sinyalini veriyor, aynı zamanda Fransa’da öfkenin ne kadar büyük olduğunu ve sınıf çelişkilerinin ne kadar derin olduğunu gösteriyor.
  • AB’den çıkmak isteyen aşırı sağın yükselişi ve Brexit, AB-İngiltere müzakerelerinin bugüne kadar başarısız olması da göz önüne alındığında, AB emperyalist blokunun geleceği hakkında önemli boşluklar, çatlaklar ve belirsizlikler vardır.
  • Entegrasyonun getirdiği iflas bir bütün olarak düşünüldüğünde tekrar görülüyor ki AB’den kopmak bir gerekliliktir.
  • Katalonya, kendi kaderini tayin hakkı ve Katalonya Cumhuriyeti için yürüttüğü demokratik mücadele nedeniyle bir kriz ve siyasi iktidarsızlık faktörü olmaya devam ediyor. AB ise diğer halkların taleplerinden kendini korumak için kralla ve 78 rejimiyle güç birliği yapıyor. Fakat çelişkiler artmakta. Siyasi mahkumlara, sürgün edilen Katalanlara karşı sansür ve baskının yanı sıra CDR’ye, aktivistlere yönelik yoğun zulüm sürmekte.
  • AB, Balkanlar’da da Yunanistan’ın Makedonya Cumhuriyeti’ne dayattığı emperyalist politikada görüldüğü üzere, milliyetçi duygulara ve çözülmemiş ulusal sorulara dayanan uzlaşmazlıkları artırırken toprakları da maddi olarak sömürüyor.
  • Bir diğer dinamik unsur ise kadınlar: kadın hareketi grevler, eylemler ve kitle hareketiyle, kendi bedenleri üzerinde karar verme hakkından emek ve ücret eşitliğine kadar her alanda talepleri için mücadele ediyor.
  • Ayrıca emekliler de tüm ülkelerde emeklilik yaşının uzatılması, sefalet sınırındaki emeklilik maaşları ya da kazanımları ortadan kaldırmaya yönelik gaddar saldırılara karşı ses çıkarıyor. Birçok Avrupa ülkesi, emeklilik fonlarını sürdürmek için ihtiyaç duyulan primler konusunda ciddi sorunlar yaşıyor.
  • Kuzey Afrika’daki isyanlar, Avrupa ile etkileşim içinde gelişmektedir. Sudan, Yemen, Tunus ve Cezayir’deki gibi bölge üzerinde basınç oluşturan isyanlar yeni bir Arap Baharı olarak büyüyebilir ve yayılabilir.
  • İşçi hareketi bazı kısmi mücadelelere öncülük ediyor, ancak yeni kemer sıkma saldırılarıyla karşı karşıya kalabilir. Sendikal bürokrasi ise tamamen patronlara satılmış ve bu ayrıcalıklarını korumak için kapitalist hükümetler ile her şeyin pazarlığını yapabilir durumda.
  • 26 Mayıs’ta yapılan Avrupa Parlamentosu seçimleri, sağ kanat partilerin daha fazla nüfuz kazandığını göstermiştir. Bu sonuçlar, reformist solun fiyaskosunu ve devrimci solun ise henüz yetersiz olduğunu ortaya koymaktadır.
  • Siyasi üst yapı, insanları iki kutba ayırmaya çalışıyor: güçlü bir AB bloğu oluşturmak isteyen “ilerici demokratlar” ve bunu istemeyen “sağcı popülistler” ve “aşırılar”. Anlaşmazlıklar ise içerikten ziyade biçimde ortaya çıkıyor. Zira her iki taraf da kesinti paketlerini ve işçilerin sömürülmesini savunuyor, her kutup da demokratik özgürlüklere karşı baskıcı ve göçmen krizi konusunda da insancıl bir koruma politikası değil, kendi kapitalist ekonomilerinin çıkarının ihtiyaçları etrafında kontrollü göç taraftarı.
  • AB’ciler ve AB karşıtları arasındaki temel ayrışma, bu iki tavrın hangisinin kârlarını ve kapitalizmi korumak için hükümetlerini, rejimlerini veya partilerini en iyi şekilde ifade edeceği konusunda yaşanıyor.
  • Eskiden etkin bir güç olan Stalinizm, şimdi geçmişe ait bir kalıntı haline gelmiştir. Her nerede yeniden ortaya çıksa, her biri diğerinden daha oportünist olan farklı taktiklere başvurmaktadır. Geleneksel sosyal demokrasi, Portekiz ve İspanya’da göreceli bir yükseliş gösterdi, ancak yine de kendisini tam ortasında bulduğu krizden bir çıkış yolunu temsil etmiyor.
  • Syriza, Podemos, Sol Blok ve diğerleri gibi “ilerici” merkez-sol deneyimler, umutları boşa çıkarmakta, rejimlere uyum sağlamakta, direniş sınırlarını ve mobilizasyon hareketlerini köreltmekte, kapitalizmin sınırlarına bağlı kalmaktadır.

Kararlar:

  1. İşçilerin sömürü ve kesinti paketlerine karşı verdiği mücadelelere, ezilen halkların kendi kaderlerini tayin etmek için verdiği mücadelelere; öğrenci, emekli ve göçmenlerin verdiği mücadelelere; hükümetlere, rejimlere ve patronlara karşı gerçekleşen grevler ve eylemlere tam destek. Sendika bürokrasisiyle başa çıkmak üzere bağımsız ve demokratik örgütlerin inşa edilmesi.

2) Fransa’da “Sarı Yelekliler” için, sınıf temelli bir kadın hareketi için; kadınlara yönelik baskıya ve kapitalizme karşı işçi sınıfının birliğinin sağlanması için; sağlıkta, eğitimde, barınmada, istihdamda işçi sınıfının kazanımlarının savunulması için ve kesinti paketlerine karşı somut kampanyalar yürütülmesi mücadele.

3) Tavrımızı AB’cilerden ve AB karşıtlarından ayırıyoruz. Biz bu iki pozisyonla da aynı safta değiliz. Biz, AB karşıtlığını savunurken patronlara cevap veren ve onların kemer sıkma politikalarını uygulayan burjuva hükümetlere karşı bir duruş yükseltmek için işçilerden ve halktan yana bağımsız bir duruş ortaya koyuyoruz.

4) Başta Katalonya olmak üzere, kıtayı aşan mücadeleleri ve demokratik talepleri savunmak için ileri! Aşırı sağ ile mücadele: Aşırı sağı kafasını kaldırdığı her yerde en geniş eylem birliği ile sokakta hesaplaşarak yenmek. Avrupa gençliği ve işçi sınıfı saflarında halihazırda çok güçlü bir anti-faşizm düşüncesi mevcut. ISL, faşistleri durdurmak amacıyla güçlü kampanyalar örgütleyecek.

5) Eski partiler, yeni sahte reformist ve merkezci seçenekler, sağ ve aşırı sağ unsurlarla mücadele.

6) Demokratik işleyişe sahip yeni bir solun ve antikapitalist siyasi alternatiflerin yaratılmasına ön ayak olacağız.

7) Güçlü sosyalist, devrimci ve enternasyonalist öncü gruplar ve partiler kurmak: Stratejimiz açık bir şekilde işçiler ve halk için mücadele etmek ve işçi demokrasisi rejimini kurmak için savaşmaktır. Avrupa Birliği’nin emperyalist blokunun yenilgisi ve özgür bir Avrupa Sosyalist Cumhuriyetler Federasyonu’nun kurulması için mücadele