2020 dünya ekonomisi için resesyon yılı olacak diye konuşulurken corona pandemisi sonrasında “1929 krizini aşabilecek dünyanın en kötü krizine hazır olun” sözleri kulaklara daha çok çalınıyor. 1929 krizini geride bırakmak için bir dünya savaşı gerekmiş; yarattığı yıkımın yeniden inşası üzerinden dünya ekonomisi ABD öncülüğünde yeniden yükselmişti. ABD özellikle Avrupa’nın yıkıntılarından yeniden doğmasının maliyetinin bir kısmını Marshall yardımlarıyla üstlenmişti. Şimdilerde de Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, corona salgınından etkilenen Avrupa ülkelerine yardım için yeni bir Marshall Planı’na ihtiyaç olduğunu dillendiriyor. Peki bu sefer bu maliyeti üstlenebilecek var mı? 2008 krizini geride bırakamamış, corona salgınından en büyük kayıpla çıkması beklenen ABD bu kapasiteye sahip mi, bu işe önderlik yapabilir mi? Birlikte bakalım…
Marshall Yardımları
Marshall yardımları, İkinci Dünya Savaşı sonrasında çökmüş Avrupa ekonomisinin yeniden yapılanması için kritik bir rol üstlendi. 1948-1953 arasında ABD, Marshall Planı çerçevesinde Avrupa ülkelerine 13 milyar dolarlık bir yardım yapmıştı. Yardım planı Kongre’de oylanırken “İkinci Dünya Savaşı’nda Noel babalık yaptığımız yeter” diyen senatörlerin söyleminin aksine ABD hiç de yardımseverlik peşinde değildi. Emperyalizmin ağababası olmak gerektiğinde kaynaklarını uluslararası müttefikler için kullanmayı içerdiği gibi ABD sermayedarlarının uzun dönemli ihtiyacı da canlı bir Avrupa ekonomisinden geçiyordu. ABD, bir yandan kaz gelecek yerden tavuk esirgemiyordu diğer yandan da Avrupa’nın SSCB’nin hegemonya alanına kayması tehlikesine karşı kendi cephesini sağlamlaştırıyordu.
Yardımlar sonucunda ABD sermayesi açısından önemli bir ihracat kanalı olarak Avrupa ekonomisi ayaklarının üstüne kaldırılmıştı. Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Dean Acheson 1947’de yaptığı bir konuşmada Marshall Planı’nın ruhunu iyi özetliyordu; kapatılması gereken ithalat-ihracat farkı için Avrupa ekonomisinin işler hale gelmesinin gerekliliği:
“ABD’nin üretimi ilc dünyanın diğer bölgelerindeki üretim arasında çok büyük bir bağ vardır. Amerika’nın kendi çıkarları açısından, diğer ‘zor durumdaki’ ülkelere yardım etmesi gerekmektedir. Dünyada istikrar sağlanmadan ve bazı dış ülkeler ekonomik olarak kendi kendilerine ekonomik olarak yeterli hale gelmeden, ABD için uzun süreli bir barış ve refah söz konusu olamaz. Acilen çözülmesi gereken sorun, 16 milyarlık ihracat ile 8 milyarlık ithalat arasındaki farkı kapatmaktır. Amerika acilen, ithalatını ve Avrupa ülkelerindeki üretimi arttırmalı ve Avrupalıların gelir düzeyinin artmasına yardımcı olmalıdır.” (1)
Yardımların ABD sermayesi açısından anlamı ihracat hacmindeki artışla sınırlı da değildi; Avrupa ekonomisi içinde ABD’li şirketler büyük bir ağırlık sahibi olmuştu:
“1955’de, İngiltere’deki ayakkabı fabrikalarının %60’ı, bebek maması, renkli ve siyah-beyaz film, nişasta, dikiş makinesi, daktilo fabrikalarının %80’i, kahvaltılık malzeme, hesap makinesi, sigara, patates cipsi, jilet, buji fabrikalarının %65’i, otomobil, süt, kozmetik ürünleri, ilaç, traktör, petrol ürünleri, elektrikli ev aletleri fabrikalarının %50’si, lastik, sabun, deterjan, baskı makinası fabrikalarının %45’i Amerikan sermayesinin yönetimindeydi. Fransa’da ise ABD firmaları, aynı yıllarda bilgisayar ve entegre ürünlerinin %80’ini, tarım makinalarının %65’ini, iletişim makinalarının %65’ini, film ve fotoğraf kağıtlarının %70’ini, otomobil ve uçak lastiklerinin %45’ini, petrol ürünlerinin ise %40’ının üretmekteydi.” (2)
Bugün Avrupa’yı Kim Kurtaracak?
Bugün Marshall yardımlarını dillendiren Avrupa Komisyonu Başkanı umudu ABD’ye bağlamış değil; aksine AB içinden böyle bir planın çıkmasını istiyor. ABD’nin bu beklentinin adresi olmayışı emperyalist hiyerarşinin bugünkü şekillenişiyle ilişkili. Öncelikle İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki gibi çökmüş bir Avrupa ekonomisi ve emperyalizmin tepesine yeni yerleşmiş zinde bir güç olarak otoritesi tartışılmaz bir ABD yok. Avrupa Birliği, gücü ABD ile denk olmasa da siyasal ve ekonomik bir aktör olarak sahada. Daha birkaç yıl önce NATO’nun dışında bir Avrupa ordusu oluşturmak gerektiği ABD’yi kızdırmak pahasına dillendiriliyordu Almanya ve Fransa tarafından. Çok net ki güçleri birbirine denk olmasa da aralarındaki çelişkilerin daha çok görünür hale geldiği siyasal ve ekonomik olarak çok kutuplu bir dünyada yaşıyoruz. ABD, eskisi kadar tartışılmaz bir güç ve otorite merkezi olmasa da halen emperyalizmin ağababası. Ama onu zora sokan rakipleri de önemli çekim merkezleri oluşturuyor.
Gelelim 2008 krizinden sonra bir türlü toparlanamamış, Brexit ile sarsılmış AB’yi corona salgınının yıkımından kimin kurtaracağına… AB ülkelerinin beklentisi merkez ülkelerin, özellikle Almanya’nın faturayı büyük oranda üstlenmesi. 2008 krizinden en az hasarla çıkan, Avrupa Birliği’nin birleşik ekonomisinden ihracatıyla en çok yararlanan Almanya, AB yaşasın istiyorsa bu sefer taşın altına elini koymak zorunda. Bu sefer Yunanistan’a borç verip sonra haraca bağlamaya da benzemeyecek durum. Çok borçlu İtalya’nın batamayacak kadar büyük olduğu uzun zamandır konuşuluyordu. Artık bu borçların önemli bir kısmını ödemeyeceği netleşti. Almanya cebinden bu borçları hibe etmezse corona zamanlarında tek başımıza kaldık, “Avrupa Birliği bir yalanmış” diyenler İtalyanların sözü yaygınlık kazanacak.
Ya Dünyanın Geri Kalanı?
2008 krizi, gelişmemiş ülke ekonomilerini ilk elden vurmamış; hatta ucuz ve bol sıcak para akışıyla bu ekonomiler yüksek borçlanma sayesinde bir dönem canlı kalmayı başarmıştı. 2013 sonrasında gelişmiş dünyanın merkez bankaları parasal genişlemeyi durdurmaya başlayacaklarını açıkladığında sürekli yüksek döviz borcu çevirmek zorunda kalan bu ekonomiler için tehlike çanları çalmaya, ekonomik göstergeler bozulmaya başlamıştı. 2020’ye girerken dünyanın daha yoksul ülkeleri açısından manzara zaten kötüydü, Covid salgınının yarattığı sağlık krizi ve ekonomik çöküntü durumu vahimleştirdi. AB’nin dağılması Almanya’nın nasıl derdiyse dünyanın çok sayıda gelişmekte olan ekonomisinin, yoksul ülkesinin batması ve isyanlara gark olması da dünya egemenlerinin derdi. Bu nedenle şimdiden IMF, Dünya Bankası şefleri borç alacaklarına borçluları bir süre maruz görmeleri için çağrıda bulundu bile. Yabalıların kemikli elini boyunlarında hissetmek istemeyen parababaları “borçları erteleyelim”den “bir kısmını silelim”e doğru ilerlerse şaşırmamak gerekir. Sistemin geleceğini kurtarmak için bir miktar alacaklarını yok saymanın gerektiğini bilecek kadar kurnazdır onlar.
Ancak bu kurnazlıkları bile corona salgını sonrası işsiz kalan, yoksullaşan, düzenin sermayenin çıkarına işleyişi konusunda gözleri açılan milyonların öfkesinin sokağa taşmasını engelleyemeyecektir.
- Erhan, Ç. (1996) “Ortaya Çıkışı ve Uygulanışıyla Marshall Planı”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 51 (1), 275-288, s.277.
- age., s.284.